YAŞAR KEMAL’E SAYGIYLA
” ‘İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.’ (Y. Kemal )
Yaşar Kemal’in 28 şubat ölüm yıldönümünde dergimizin bu sayısında O’nun hakkında bir şeyler yazarak analım istedik. Bir arkadaşımız bu konuda bir şeyler yazabilirdi. Ancak biz dört arkadaş Yaşar Kemal hakkında ayrı ayrı bir şeyler yazalım istedik ve öylede yaptık. Yaşar Kemal öyle kısaca anlatılacak bir insan değildir . Biz dört arkadaşın değerlendirmeleri , buyurun:
İbrahim Çenet —Ali Ozanemre—Musa Tolu – Hatice Altunay.
YAŞAR KEMAL ‘ E SAYGIYLA
İbrahim Çenet
28 Şubat 2015 Yaşar Kemal’in ölüm yıldönümü.
Özgür İnsan Ödül’lü Yaşar Kemal hakkında çok şeyler söylenmeli. Bu ülke ondan çok özür dilemeli ( çok çektirildi ) Ve O’ndan çok şey öğrendi bu ülke.
Osmaniyede kurulu Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi 2007 yılı Özgür İnsan Ödülü’nü O’na uygun görmüştü.
Biz o tarihteki basın ve medyada , ödül töreni ve haberini özet olarak buraya alıyoruz :
Osmaniye’de kurulan Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği’nin üç yıldır verdiği Özgür İnsan Ödülü, bu yıl Yaşar Kemal’in oldu.
Abdurrahman Keskiner, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Ataol Behramoğlu, Kaya Güvenç, Prof. Dr. Yalçın Yüreğir, Dr. Muazzez İlmiye Çığ ve Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’ndan oluşan ödül jürisi, kendisi de Osmaniyeli olan Yaşar Kemal’i, çağı ile çatışan, toplumu ileri götürmeye çabalayan aydın kişiliğinin yanı sıra, Türkçeyi zengin sözcüklerle kullanması nedeniyle bu ödüle layık gördü.
Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda dün yapılan ödül töreni, halk müziği sanatçıları Hüseyin ve Hayal’in sunduğu dinletiyle başladı. Ardından kürsüye gelen Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği Başkanı İbrahim Çenet, derneğin Özgür İnsan Ödülü’nü özgürleşme çabasını tüm yaşamı boyunca sürdürmüş olanlara verildiğini söyledi.
Çenet konuşmasının ardından, Yaşar Kemal’e ödülünü vermek üzere Muazzez İlmiye Çığ’ı kürsüye davet etti. 5 bin yıl önce Mezopotamya’da özgürlüğün simgesi olan Gılgamış’ın heykelciğini Yaşar Kemal’e sunan Çığ, onun isminin de 5 bin yıl yaşamasını diledi. Teşekkür konuşmasına büyüdüğü coğrafyanın edebiyatındaki etkilerini anlatarak başlayan Kemal, ana kültürüne değer vermeyen kişinin başarılı olamayacağını ifade etti ve Arif Dino’nun ona yıllar önce söylediği şu sözleri aktardı:
“Çukurova’yı bırakma. Kalırsan Dadaloğlu olursun, gidersen hiçbir şey olamazsın.”
Ancak hapishane dönemi ve yaşam koşulları nedeniyle mecburen İstanbul’a geldiğini anlatan Kemal, günümüzde Türk kültürünün tehlikede olduğunu ve Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneği gibi kuruluşların sayılarının artması gerektiğini söyledi.
Dilindeki zenginliği Türkmen dili kullanmasına bağlayan yazar, yıllar önceki tartışmaları da hatırlattı:
“İstanbul’un diliyle yazılmaz dedim, Haldun Taner’den Cahit Külebi’ye kadar herkes bana düşman oldu. Benim Türkiye’de ‘büyük yazar’ diyeceğim belki de tek insan Sait Faik’tir. Çünkü dili köylü dilidir. Sait Faik’in yaşadığı Adapazarı o zamanlar köydü çünkü.”
Yaşar Kemal’in aktardığı; arkadaşı, eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile aralarında geçen bir konuşma Türk kültür hayatının durumunu gösterir gibiydi.
Mitterrand, “Sen Çukurova’yı dünyaya tanıttın. Ülken senin için ne yapıyor?” dediğinde Yaşar Kemal şu cevabı verir: “Hapsetmiyorlar.”
Kemal konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Temeli sağlam bir ülkeyiz ama o temel çürümeye başladı. Sanat yapamadığın zaman millet olarak kalamazsın!”
………
Biz bugünde Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi olarak, Özgür İnsan Ödüllü Yaşar Kemal ‘e saygılar sunuyor, onun ideallerinin gerçekleşmesi ve sosyal bir Türkiyenin kurulmasını candan istiyoruz.
ÇOCUKLUĞUMUN YAŞAR KEMAL’İ
Ali OZANEMRE
Ben de Yaşar Kemal’i, birçok taydaşım gibi Düziçi İlköğretmen Okulunda, ortaokul 2. sınıf düzeyinde, yaklaşık 15 yaşımdayken İnce Memed(I)’le tanıdım.
Yıl, 1965 ya da 1966.
Demek ki benim Yaşar Kemal’i tanımam, “Teneke” ve “İnce Memed”(I)in yayımlandığı 1955’ten 10-11 yıl sonraya denk geliyor.
Milyonlarca okuyucusu gibi ben de çok sevdim “İnce Memed”i; o sevgiyle liseyi bitirmeden bir kez daha okudum; yıllar içinde, hemen hemen bütün yazdıklarını; “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca”ya varıncaya dek…
Sınıfımızda ve öbür sınıflarda, memleketim Düziçi’yle arasında hatırı sayılır engel olarak bir Ceyhan ırmağının aktığı, zorluca çağırsan duyulur yakınlıktaki Kadirli’den, ondan da yakın Hemite’den ve o yörelerden öğrenciler vardı. Onlarla kurduğum arkadaşlık ilişkilerimde söz katmanları arasına Yaşar Kemal’i sıkıştırmaya, onları bu konuda konuşturmaya çabaladığımı anımsıyorum. Bu arkadaşlarımın genellikle söyledikleri ilk söz “Şu Kör Kemal mi?” biçiminde olurdu; bozulurdum, bozulduğumu belli etmemeye çalışırdım.
Hiç kuşkum yok, o arkadaşlarım, yaşadıkları ortamda Yaşar Kemal için büyüklerin söylediklerinden yola çıkarak öyle diyorlardı.
Sonra, Yaşar Kemal hakkında pek de bir bilgiye sahip olmadıklarını anladım. Sanırım o arkadaşlarımın ‘büyük”lerinin de Yaşar Kemal hakkında bildikleri çocukların bildiklerinden öte bir olgunlukta değildi; “komünist, vatan millet ve de servet düşmanı, son Türk devletinin yıkıcısı, Moskof uşağı” vb dedikoduya dayalı, yönlendirilmiş bir kinle kulaktan dolma değerlendirmeler…
Yaşar Kemal; birilerinin, birşeylerin düşmanıydı, doğru. Örneğin, “Akçasazın Ağaları”nda söze konu ettiği yeniyetme görgüsüz paragöz ağaların, halkı iliklerine dek yiyen sömüren sonradan görmelerin… Ama bu ‘düşmanlık’ okulda yatılı okuyan yoksul aile çocukları arkadaşlarımın sınıfına karşı değil, aksine onların yanında saf tutmuş bir tavırla ortaya çıkan kötü/bozuk düzene ve o düzenden nemalananlara karşı bir tutumdu.
Bilinen hikayedir. Yaşar Kemal’in Kadirli’deki yaşamı: Bir Cuma namazı ardından kışkırtılmış “Bu yoksul, bu üstü başı paramparça, bu paçavra yığını kalabalığın”(1) onu linç etmek amacıyla, gözaltında olduğu karakolu basmaları; girdiği her işte “Zilli kurt” olması ve bir türlü sığdırılmadığı memleketinden Kozan Ağır Ceza Mahkemesi başkanının önerisine uyarak İstanbul’a kaçıp kurtulması, diye özetlenebilir.
İlk öyküsünün, askerdeyken yazdığı “Pis Hikaye” olduğunu belirtir(2). “Bebek” de ilk öykülerinden. Sonra, “İnce Memed” I, bir de “Teneke”…
Değil Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf; İnce Memed’ler ve diğerleri… İlk öykülerinde bile özellikle de “Teneke”yle hak ediyordu memlekete sığdırılmamayı. “Ağa”ların gaddarlıklarını, yalanlarını, çıkarcılıklarını, doyumsuzluklarını, ikiyüzlülüklerini, halka zulümlerini, bütün yapıp ettiklerini onların yüzlerine temizlenmemiş karın (işkembe) çarparcasına çarpıyordu, vuruyordu. “Kasaba”nın eşrafı, çeltik ağaları, onların kulu kölesi bilisiz halk yığını? Öyle ya… Nasıl sığdırsınlardı Yaşar Kemal’i “Kasaba”ya?
YAŞAR KEMAL’İ OKUMAK, YAŞAR KEMAL’İ ANLAMAK
Musa Tolu
Özdemir İnce’nin ifadesiyle; “Türk Dili ve Edebiyatında Nazım Hikmet şiirin, Yaşar Kemal romanın simgesidir.” Bu görüşe bir katkı; “her ikisi de dünyada tanınan iki büyük sanatçımız, Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte en çok bilinen yurttaşlarımızdır,” biçiminde olabilir.
Ülkemizde Yaşar Kemal’in en az bir eserini okumayan hiçbir mektepli yoktur, desek ifrattan sayılmaz! Okuyucularının büyük çoğunluğu, O’nun kitaplarıyla daha orta okul yıllarında tanışmış ve hemen hepsi de ya Teneke ya da İnce Memed’le başlamıştır bu işe. Ben de öyle. Orta okul 1. Sınıfta matematik öğretmenim sınıfta sürekli, +1, -1 veya x, y gibi soyut ve zevksiz kavramları anlatmaya, öğretmeye çalışırken ben sıramın içindeki satırları okudukça, İnce Memed’le Akça Saz’ın bataklığında düşe kalka müfreze takibinden kaçıyordum. Anavarza’nın kayalıklarında sığınacak bir korunak arıyordum nefes nefese.
Sonra; bir İnce Memed ve Abdi Ağa ile kalmadı bu tanışıklık, O’nun kahramanlarının tamamını belledim, hepsini bildim. Zaten hiçbirine de yabancı değildim. Huğ değilse toprak damlıydı evimiz, yarıcı veya ortakçıydı babamız. Gün doğumunda yüce Düldül’e döndüğüm zaman yüzümü, solumda Torosların çıplak ayaklı ırgatları, sağımda eli kamçılı, körüklü çizmeli, savatlı atlarıyla Çukurova beylerini, ağalarını, görüyordum.
Ama yarattığı, yazdığı yüzlerce karakter ve kahramanları içinde en büyük kahramanın kendisi olduğunu yıllar sonra, Fransız yazar ve düşünce insanı, Alain Bosquet ile yaptığı ve “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” adlı kitabını okuyunca anladım. Bunu üzerine bir de Kimsecik (Yağmurcuk Kuşu), Kanın Sesi ve Kale Kapısı üçlemesi binince, gerçek bir kahraman, özgün bir insanı tanımanın hazzını yaşadım. Bu kazanımdan sonra da gençlere, öğrencilere, Yaşar Kemal’i tanımanın, tadına varmanın olmazsa olmazı ilk önce yukarıda adı geçen kitaplarını sırayla okumalarında ısrarcı oldum. Bu kısa yazının yegâne amacı da bundan ibarettir. Evet, Sarı Sıcak, Teneke, İnce Memed’ler ve diğer birçok eseri, Kimsecik’ten önce yazıldı ama bunlar yazılırken, belki Kimsecik’i yazacağını üstadın kendisi de bilmiyordu. Bugün hayata dönse ve yeniden başlasa kronolojik hakkı net olarak Kimsecik ve devamındaki iki kitaba (Kale Kapısı ve Kanın Sesi) teslim ederdi, onlardan başlardı.
Daha açıkçası, ne kadar da Çukurovalı olsanız, Toroslardan gelseniz bile; Abdele Zeyniki ile arasındaki köprüden geçmeden, Nigâr Hanım’ı tanımadan, eşkıya Zalanın Oğlu’yla aralarındaki bağı görmeden, daha beş yaşındayken gözünü kaybetmesinin ve babasının gözleri önünde aileden biri tarafından öldürülmesinin, o körpe bedende yarattığı travmayı hissetmeden Yaşar Kemal’i anlayamazsınız. Alacaklarını not eden çerçinin “yazarsam unutmam!” sözüyle okur yazar olmayı fark ettiğini bu amaç için ilk öğretmenine neler çektirdiğinin hikayesini bilirseniz, görürsünüz O’nun sıra dışılığını
“O güzel atlara binip giden, o güzel insanlar” ışıklar içinde uyusunlar…
Musa Tolu 24.02.2021
YAŞAR KEMAL’İN KALEMİ ÜZERİNE
Hatice Altunay
Yaşar Kemal ile ilk tanışmam okulumuzun kütüphanesinden aldığım Teneke adlı yapıtıdır. İlkokul yıllarımda bir köy çocuğu olarak kitabı okuduktan sonra epey kafa yormuştum. Ortaokul ve lise yıllarımda yazın öğretmenleri bize yazarımızı tanıtmıştı. Lise yıllarımda İnce Memed başta olmak üzere tüm yapıtlarına kendimi kaptırmıştım. Yer Demir Gök Bakır’da düğümlenmiştim adeta. Yazın öğretmeni olunca Yaşar Kemal’i anlatmam o kadar büyüleyici olmuştu ki öğrencilerim Yaşar Kemal’i sevmişti. Onun kıvrak ve akıcı dili doğa betimlemelerinde hepimizi hayran bırakıyordu. Toprak çeşitlerini anlatan iyi bir coğrafya öğretmenidir o. Yazarın Çukurova toprağını betimlediği paragraf beni çok etkilemişti ev halkını sorguya çekmiştim bizim toprak nasıldı diye.. Babam kaşlarını çatıp “Git işine bildiğin toprak işte! ”deyip başından savmıştı. Yağlı toprak gözümün önünden akıp gitmişti. Yıllar sonra Çukurova toprağını betimlediği paragrafı okuduğumda Hepsinin belleklerinden bizim toprağımız killi mi yağlı mı diye geçirmiş, ekip biçtikleri topraklarını sorgulamışlardır.
Yaşar Kemal yazın dünyasına şiirle başlayıp hemen her türde kalem oynatan yazarımızdır. Röportaj türündeki yapıtlarını da okumuş biri olarak onun kalemi aramızda sonsuza kadar yaşayacak biliyorum.
Bugün yazarımızın yaşamını sürdüğü, kalemini konuşturduğu topraklarda olmanın kıvancı içindeyim. En büyük hayalimdi Yaşar Kemal’in izlencesinde nokta olabilmek…
Yaşar Kemal üzerine çok emek vermiş araştırma yazarlarımız, onun öğretileriyle kendini yetiştirmiş usta yazarlarımızın yanında benim cümlelerim sığ kalır. Onun için bendeki izlerini anlatmak isterim.
Onun anlatımında insan ruhunun derinlikleri öfkede, kaygıda, olağanüstü durumlarda coşkulu, şiir bahçesidir. Yazarın yapıtlarında kişiler genellikle eşkıyalar, ağalar, ırgatlar olarak biçimlenirken diz boyu haksızlıklar bileyleyici aktarım olmuştur. Ağaların sömürüsü karşısında direnen köylüler, varsıl ile yoksul yaşamları iliklerimize işler.
Yaşar Kemal ‘i vazgeçilmez yapan ağıtlara, türküleri, tekerleme, atasözü, halk deyişlerine, içimizde yaşayan kahramanlara yer vermesidir. Dilin canlı bir varlık oluşunu yaşatan, onları gün ışığına kuşaklara taşıyan bir yazar oluşu da beni kendisine hayran bırakmıştır. Modernize olalım derken içimizdeki yaşayan sözcükleri silip atmak akıllıca bir tutum değildir. Gelenek ile çağdaş olanı, hayal ile toplumsal gerçekçiliği harmanlamış dün ile bugün arasında kopukluk oluşmamıştır.
Yazarımız romanlarını üçler dizgesi olarak yazdığı için yazın dünyamızda güçlü nehir romancımız olarak da bilinir. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın İçtiği Su, Tanyeri Horozları teknik bakımından diğer yapıtlarından ayrılan yapıtlarıdır.
Söz ustası Yaşar Kemal için elbette çok şey söylenecektir. Ben onun Çocuklar İnsandır adlı yapıtında vurguladığı sözü önemsiyorum.
“Çocuklar da en az bizim kadar ciddi adamlardır. Onlarla Çocuk olmayın, onları ciddiye alın!”
Yazarımızın sözlerinden alıp yüreğime astığım sözüyle sunumumu bitirmek isterim.
“İnsan çürümedikçe, şiir çürümez.”
“İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.”
Bizler, insan sevgisinde, doğa sevgisinde yepyeni filizleriz. Onun adını ürettiklerimizle yaşatacağız. Ölümlü insandır, ölümsüz dildir, sanattır diyerek onun kalemini geleceklere aktarmak sözcülüğünde olacağız. Ne mutlu birbirine dokunabilen yüreklere! Selam olsun Ölmez Otuna!
Hatice Altunay
1Yusufçuk Yusuf, s 134 ve Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, s. 50.
2Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, s. 109, 127, 168.
Yaşar Kemal yazı emekçilerimizi kutluyorum kalemlerine sağlık. Yapıtları aramızda hep yaşayacak. Anısına saygıyla…
Hatice Altunay,Aliozan Emre,Musa Tolu ve Çenet Kardaş ,sizleri özenle ve gurur duyarak okudum ; Nasıl Homeros,yani Homer veya bizim Ömer tarihin ilk büyük ozanı ise ve,Karacaoğlan yaşadığı çağın Homerosu ise ANADOLU da,Yaşar Kemal’ de modern çağın Homeros u Karacaoğlanıdır.Çünki,doğa CANDIR,CANLIDIR herüçünde de ,ve de DİL de candır canlıdır,ve diyalektiktir ,yani dün ile evvel ile yarın – ahir-arasında bugün maya çalıp geleceği imdi ile,yani “görünen o ki ” ile işaret edendir.Ve de bize ,DİLİN KAMU olduğunu,onu yapan yaratan halktan başka hiç kimsenin olmadığını gösterendir.Sizleri tekrar kutluyorum.
Halit çok kısa ve çok anlamlı yazıyorsun. Kişi bir yakınına mektup yazmış ve uzunca. Demiş ki, kısa yazacak kadar vaktim yoktu, uzun yazdım……Sen hem kısa yazıyor hem çok şeyler anlatıyorsun. Yaşar Kemal için anlatılara bu güzel ve anlamlı yorumu yazdığın için seni selamlarım.
Homeros, Karacoğlan , Yaşar Kemal nasıl üç güzellik bir arada. Halit sana inat bir makale kaleme alacağım. Karacoğlan ve Yaşar Kemal önemli ilham, besin ini Güneyden , Çukurovadan alıyor bu bilinen . Ben de Homerosun, Sümer ( Kenger)kültürünü ve de Gılgamış Destanını incelemek, anlamak ve etkilenmek için Çukurovaya , deniz yoluyla gelip bölgede ki yani Sümerlerin en son yaşadığı Çukurova – Amanos Dağları bölgesine gelerek araştırılar yaptığını , destanlar derlediğini ve sonunda özellikle Odessea destanını yazdığını belgeleri ve tutarlı akılcı yorumlarıyla anlatacağım. Hoş kalasın.