İLHAN BAŞGÖZ USTAYA SELAM, SEVGİ VE SAYGI
A. Kadir Paksoy
Önümde, değerini bilemediğimiz bir ustanın değerbilirliğinin örneği bir kitapçık: “Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyetine Selam, Sevgi ve Saygı.”
Başgöz ustanın “Hayat hikayem” dediği “Gemerek Nire Bloomington Nire”1 nin bir özeti.
“Türkiye Cumhuriyetinin bir çeşit sosyal tarihini kısaca özetlerken” diyor Başgöz usta, “o devri 1960 sonrası ile karşılaştırmak için dayanılmaz bir istek duydum. Bu çok öğretici olacaktı. Okuyucu Türkiye Cmhuriyetinin ‘diktatörlük devri’ ile bugünkü ‘demokrasi’ devrimizi kolayca karşılaştıracaktı. O vakit, Mustafa Kemal Atatürk devrinin ne büyük, ne parlak bir altın çağ olduğunu kolayca anlayacaktı. Bunu yapmadım veya çok az yaptım. Bu karşılaştırmayı okuyucularıma bıraktım. Onlar dünle bugünü karşılaştırıp doğru yargılara ulaşacaklardır. Bundan eminim.”
Atatürk’ü görmüş bugün hayatta olan az sayıdaki insanlardan biri Başgöz usta. Sivas Lisesinde (Sivas Kongresinin yapıldığı binada) okurken (1937) Atatürk Sivas’a geliyor. Onu o sabah Sivas İstasyonunda karşılayanlar arasındadır. Öğleden sonra da hendese (geometri) derslerine giriyor Atatürk, yanında manevi kızı Sabiha Gökçen’le. Atatürk bir öğrenciyi (Dişçinin kızı Saadet) kaldırıp geçen derste ne öğrendiklerini soruyor. Üçgenlerin eşitliği yanıtını alınca iki üçgen çizdiriyor. Öğrenci, ilk üçgenin açılarına alfa, beta, gamma (α,β,γ) harflerini, ikinci üçgenin açılarına da alfa 1, beta 1, gamma 1 harflerini yazınca Atatürk birden ciddileşiyor, “Ne bunlar kızım?” diye soruyor öğrenciye. O da sakin sakin “Alfa, beta, gamma paşam” diyor. Atatürk “Neden Türk alfabesinin harflerini değil de Yunan alfabesinin harflerini kullandığını” sorunca da “Öğretmenimiz böyle gösterdi paşam” yanıtını veriyor öğrenci. Zaten sınıfta olan öğretmenleri (Değnekçi Ömer) Atatürk’ün önüne gelip “Milli Eğitim bakanlığının bize gönderdiği kitapta bu harfler kullanılıyor” diyor. O zaman Atatürk kitabı istiyor, kitabın o sayfasını yırtıp atıyor, tahtadaki alfa, beta, gamma harflerini parmaklarıyla silip yerlerine a, b, c harflerini yazıyor ve öğrencilere dönerek “Çocuklar, Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir” diyor…
Başgöz’ün liseden sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki öğrenciliğinden sonraki yaşamından aktardıkları ise dünle bugünü karşılaştırmak açısından çok çarpıcı örneklerle dolu. DTCF’de “devlet baba”nın verdiği bursla altı kişilik bir aileyi geçindirerek okuyor. Bugün devletin üniversite öğrencilerine verdiği komik “kredi” ya da “burs”u düşününce, gerçekten inanılması güç. İnanılması güç ama gerçek olan daha nice tanıklıklar. Örneğin, Turhal Şeker Fabrikasındaki tanıklığı:
“Turhal Şeker Fabrikası’nda 6 ay ahır süpürdüm, inek sağdım. Fabrikada süreli çalışan her işçinin bir evi, evinde sıcak ve soğuk suyu vardı. İşçi orada kira vermeden otururdu. Fabrikanın büyük bir ziraat çiftliği vardı. Çalışanlara süt, tereyağı, sebze ve meyve yok pahasına bu çiftlikten gelirdi. Fabrikanın bir sağlık ocağı vardı. Rahmetli Ceyhun Atuf Kansu, bu idealist insan, rahatını Ankara’da bırakıp Turhal’a gelmişti. Burada doktordu. Muayene, tedavi ve ilaç çalışanlara ücretsiz idi. Fabrikanın bir spor kulübü, bir sineması vardı, haftada bir film gelirdi. Seyri bedava. Bütün bunlardan başka her işçi, yılda yirmi gün devlet demir yollarında bedava seyahat ederdi. Pasoları vardı. Elbet şeker biraz pahalıya mal oluyordu. Ama, fabrika bir eğitim kurumu idi ve bu düzen devletin bir sosyal politikası idi. O vakit Turhal fabrikasında çalışan işçilere tanınan haklar ve ayrıcalıklar dünyanın hiçbir memleketinde işçiye tanınmamıştır…”
Bugün “demokrasi” devrimizdeki sadaka devletinin uygulamalarına bakıp, “diktatörlük” devrimizdeki sosyal devletin insana verdiği değerin tanıklıklarını Başgöz ustanın kaleminden okuyunca, nereden nereye geldiğimiz çok açık olarak görülüyor.
Genç cumhuriyetin başarısızlıkları, eksiklikleri hiç yok mu? Elbette ki var. Ama Başgöz ustanın dediği gibi “O devrin eksiklikleri, başarısızlıkları, hiç yoktan ve büyük güçlükler içinde Cumhuriyetimizi kurabilmek başarısı yanında çok küçük kalıyor ve o devre ciddi bir gölge düşürmüyor.”
İlhan Başgöz’ün 1945’te Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirip Pertev Naili Boratav’ın “Hayatımın ilk övülecek ve güvenecek meyvesi” dediği asistanı oluşu, DTCF’de Halk Edebiyatı Kürsüsünün kapatılıp Tokat Lisesine sürülmesi, Tokat’ta yaşadıkları, Enver Gökçe ile okul arkadaşlığı ve ömür boyu dostluğu, ömür boyu komünistlikle suçlanıp Milli Emniyet tarafından izlenmesi, Yedek Subay Okulunda iken tutuklanıp Sansaryan Hanı’ndaki bir buçuk ay “misafir”liği (1953), bin bir güçlükle önce İngiltere’ye, sonra ABD’ye gidişi, sonunda kendini ulusal ve uluslararası düzeyde kabul ettirişini bir Osmanlı ozanının “Mesihi gökten insen sana yer yok, / Yürü var gel Arap’tan ya Acem’den” dediği gibi, “bugün de ya Amerika’dan ya da Avrupa’dan” diyerek acı gerçeğin altını çizmesi…
Kısaca, 20. Yüzyılın başından 21. Yüzyılın ilk çeyreğine Türkiye Cumhuriyetinin yüz yıllık tarihi özetleyin denseydi, bundan daha özlüsü, daha kapsamlısı olmazdı.
…
Ve önceki gün (5 Ocak 2021) duyduk ki, yarım yüzyıl önce Devlet Baba tarafından Enver Gökçe ile birlikte hücreye atılan İlhan Başgöz Usta, yine Devlet Baba tarafından ambulans uçakla yurduna getirilmiş!
Hoş geldin usta.
Vaktiyle sana yaşattığımız acılar için bizi bağışla.
Selam, sevgi ve saygıyla.
Abdulkadir Paksoy kimdir. Şair. 10 Mayıs 1954, Darende / Malatya doğumlu. Eserlerinde A.Kadir imzasını da kullandı. Sakarya İlkokulu (1966), Darende Ortaokulu (1969), Osmaniye Lisesi (1972), Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler Tarih Bölümü (1979), Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü (1991) mezunu.
Bir çok dergide yazıları çıktı. Birden fazla derginin yöneticiliği ve kuruculuğunu yaptı.
Çok sayıda şiir ve deneme öykü kitapları vardır.
Bir çok ünlü kurumlarca kendisine eserleri için ödüller verilmiştir.
Bugün ülkemizin önde gelen şairleri arasında dır.
Abdulkadir Pasoy kendisini sosyalist Atatürkçü olarak tanımlamaktadır.
Çok şeyi bir arada anlatan , kısa ama anlamlı bir konuyu A. Kadir Paksoy un akıcı ve dengeli kaleminden dinlemek güze ve birazda hüzünlü bir duygu. Kadir seni selamlar kutlarız.