FERMANLIDIR KADINLARIMIZ
Gülden Mahmut
Orhanalı Hanım Hala
Fermanı kadınlar yazdı bu dağlarda bir zamanlar… Ve herkesin oldu bu topraklar…
Takvim yaprakları 1921’li yılları gösterirken Tacettin Dergâhı’nda bir şair Kurtuluş
Savaşı’nın kahramanlarına şu satırları yazıyordu
Korkma…
Korkma ile başlayıp milletimin istiklal diye son bulan dizeleri, dergâhın gecelerinde,
kurşun kalemiyle hasta yatağında duvarlara karalarken, Anamur’un bir dağ yamacının
eteklerine süzülen Yörük obalarından birinde, Orhanalı Hanım Hala, taa evvelden başladı
kendi kurtuluş öyküsünden, destanın dizelerini satır satır karalamaya…
Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyetle inandığı yolda, Çanakkale’deki,
Dumlupınar’daki, Sakarya, Afyon ve İzmir’deki aydınlık günlere, bir gaz lambasının sönük
ışığında göynek, çorap, atlet, dokuyan hanım hala bizim hısımımızdı…
Orhanalıydı… Taa 1880 yılların bir aralık, bir erkenci yaz ikindisi belki de bir hasat
zamanı, güz yelleriyle açmıştı dünyaya gözlerini…
Bu toprakların kızıydı… Tam bir Yörük kadınıydı… Anamur’un o vakitler adı da
ÇORAK’tı… Çorak’ta yokluğun gerçekten hüküm sürdüğü zamanlardı…
Pek kimsesi yoktu. Obanın ellerinde avuçlarında da; yok yoktu… Fıstık ekilir susam
ekilir yoksulluk biçilirdi ovada… Erkekler karatavuk avına çıkar, Toroslarda keklik sürüleri
uçar, kanlı göletin sularında delikanlılar yüzmeyi öğrenir; bahar yaklaştı mı Çamurlu Kaş
Pazarı’na doğru göçe çıkılırdı… Gürül gürül akan bir göçtü bu; koyaklardan dağ başlarına.
Sürüler obaların sürüleriyle bir edilip yola düşülürdü, çanlarının seslerini koyarak
yamaçlara… Güz vakti vargitler yüzünü gösterdi mi de; ağır ağır toplardı yükünü kıl
çadırlar…
Hanım hala Toros Dağlarının eteklerinde işte böyle bir obada doğmuş; adı da Nüfus
cüzdanına çok sonraları kaydolmuştu. Güçlüydü, kendi kararlarını kendi alırdı. Becerikliydi.
Çok güzel kumaşlar dokur, onları karışla kulaçla ölçer; biçer, diker; toprağı sürer, tohumu
eker, döğende buğday saplarını bozkır sarısında un ufak ederdi… Lafını sözünü
esirgemez, bildiğini adamın yüzüne direk söyler, namerde aman vermezdi. Dalkavuk,
yalaka, yalancı, hırsız, namussuz onun gölgesinden geçemez bir okkalı küfürle birlikte, taşı
kayayı kafasına yiyeceğini bilirdi.
İlk yaz gelip de Çamurlu, Kaş Pazarı’na doğru göç başladı mı; cızlavat lastiklerin
izinde, elinde eğirtmeciyle, Torosların ona bağışladığı yünü eğirir, yıldızlarla aydınlanan
gecelerde de, Çamurlu Yaylası’nın inlerine kurduğu tezgâhının başında, Kurtuluş
Savaşı’nın erlerine dualarla bir gelecek dokurdu…
İlk eşi savaşta şehit olup da künyesi geldiğinde, daha 18 de yoktu… Gözlerinin ferini
erinin topraklara asker kaputuyla gömülüşüne armağan etti ilkin… Hiç çocuğu olmamıştı…
Ama Anadolu’daki tüm anaların doğurduğu evlatlar zaten onun çocuğuydu… O bunu böyle
belledi… Çocuğu olmadığına da hiç şikâyet etmedi, üzülmedi. Ölgün gözlerinin ferinde
onlara analık etti… Giyitler dokuyup, giyitler biçti. Bunları da üstü örtülü kağnılarla
cephelere gönderdi…
Yavaş yavaş devam eden çulfalıktaki öyküler, Kurtuluş meydanlarına Orhanalı bir
ferman olarak yazılarak devam edip gitti sonra… Doğru ya; ferman padişahınsa hani,
dağlar sonsuza dek onundu. Hanım hala bunu böyle bellemişti.
Tacettin Dergâhı’nda Akif’in dizlerinde ölümsüzleşen kahramanlar, bir süre sonra
hanım halanın ördüğü yün fanilalarla, yün çoraplar, yün battaniyelerle ısıttı üşüyen
bedenlerini… Ve daha da bir kuvvetlenerek bu ülkenin sınırlarını çizdiler, canlarını vere
vere, bu topraklarda…
Okuduğu her Kuran’ın ardından, onları unutmadı Hanım Hala da. Dualar okudu,
hatimler indirdi bir daha, bir daha.
Ve bir gün Kurtuluş Savaşı’nın gizli kahramanı olarak, bir mezar taşında ismini hatıra
olarak bırakıp gitti bu dünyadan. Tüm mal varlığını da Kızılay’a bağışlayarak… Istarda
başladığı mücadeleye diğer dünyadan yine devam etmek istedi kendi aklınca. Bu yüzden
de Kızılay tarafından yaptırıldı mezarı, bir hilal ve bir yıldız da hatıra bırakıldı destan destan
sonsuzluk taşına…
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, diye devam eden dizelerde
bahsedilen ocak; Hanım Halanın kıl çadırının önünü alev alev aydınlatırken, o benim
milletimin yıldızıdır parlayacak dizelerindeki ay ve yıldız yıllar sonra yine bir köy
mezarlığında mezar taşına kazınarak ölümsüzlüğe ulaştırdı onu
Fermanı kadınlar yazdı bu dağlarda bir zamanlar… Ve herkesin oldu bu topraklar.
Fermanlı bir başkaldırıydı Hanım Hala… Ta Orhana’dan doğup, yurdumun tüm
topraklarına ulaşan… Hala içimizde yaşar bizim Hanım Hala… Bizden sonra da yaşayacağı
kesindir bu topraklarda…
Gülden Mahmud kimdir :1977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir. Şairdir , birçok makale ve kitapları vardır.