Yazarlar-Konular

EKMEĞİMİ KAZANIRKEN

Ali Haydar NERGİS

Ankara, Yenimahalle, Çınar sokakta oturuyorduk. Ağabeyim, bir Anadolu

kasabasında ekonomik koşullar yüzünden ortaokulu zor bitirmiş,

Ankara’daki bir akrabamızın yardımıyla İmar ve İskan Bakanlığına memur

olarak girmişti. Tek maaşla geçinmekte zorlanınca akrabamızın kızıyla

evlendi, bu kez iki kişilik sıkıntı çekmeye başladılar.

Yetmedi, ilk çocukları doğunca, onun bakımı için köyden kız kardeşimi de

getirdiler…

Yetmedi, okumam için beni de yanlarına aldılar…

İkisinin maaşlarından biri kiraya gidiyor, diğeriyle zor geçiniyorduk. Karı,

koca, her gün Yenimahalle’den Necatibey caddesindeki bakanlığa gidip

gelmek için iki kişilik yol parası ödüyorlardı. O arada ağabeyim, Atatürk

Lisesi’nin gece bölümüne devam ediyor, eve geç saatlerde geliyordu.

Yetmeyen maaşlar nedeniyle, daha ayın yarısına gelmeden Halil bakkala

veresiye yazdırıyorduk. Ay sonunda borç kapatıldıktan sonra elde para

kalmıyor, veresiye defterine yazılan borç bazen katlanarak ikinci aya

sarkıyordu. Halil Bakkal, hiç surat asmıyor; hiç mırın kırın etmiyordu,

‘’Evdeki küçük çocuğu sütsüz mü bırakacağız! ’’ diyerek veresiye yazmaya

devam ediyordu…

O yıllarda, Atatürk Orman Çiftliği’nde üretilen, depozitolu cam şişeler içinde

satılan süt ve yoğurtlar vardı. Küçük bebek için alınan süt, buzdolabında

korunuyordu. (Bu arada belirteyim, o yıllarda Türkiye’de buzdolabı vardı.)

Fırsatını bulduğumda, sütü kafama dikip birkaç yudum içiyordum. Yengem

sütün eksildiğini hemen fark ediyor, ‘’Çocuğun sütünü yine sen mi içtin?’’

diyerek kızıyordu…

Yenimahalle’de sadece bir yıl okudum. Bu bir yılda bu kadar anının

birikmesi akla ziyan…

Beşinci Durakta, Yunus Emre Ortaokulu’nun ikinci sınıfına gidiyordum…

Köyden kente yeni gelmişim. Şehir yaşamına yabancıydım. Türkçeyi düzgün

konuşamıyordum. Konuşmalarımla, davranışlarımla, okulda arkadaşlarımın

arasında alay konusu oluyordum. Kendimi kabul ettirmek için çok ders

çalışmam gerekiyordu.

***

Derse giren tarih öğretmenimizin, Tarık Bin Ziyad’ın İspanya seferini kim

anlatmak istiyor?’’ diye sorduğunda hemen parmak kaldırdım. ‘’Geç bakalım

tahtaya!’’ dedi.

Başlattım anlatmaya…

Anlattım… Anlattım… gelip bir yerde tıkandım:

‘’Tarık Bin Ziyad, İspanya seferine giderkene avradını da barabar götürdü…’’

Sınıfta bir kahkaha koptu!

Öğretmen, sınıfı susturdu, ‘’devam et oğlum!’’ dedi.

Kaldığım yerden devam ettim:

‘’Tarık Bin Ziyad, İspanya seferine giderkene avradını da barabar götürdü…’’

Yeniden bir kahkaha tufanı koptu! Niçin güldüklerini anlayamıyordum.

Sonraki yıllarda iyi bir sendikacı olan, sıra arkadaşım Mete Kaynaroğlu

heyecanlı bir çocuktu. Öğretmenden izin almadan öfkeyle tahtaya fırladı:

‘’Arkadaşlar! Sizin bu yaptığınız çok ayıp! Köyden yeni gelmiş bir

arkadaşımızın konuşmasıyla alay ediyorsunuz!’’ diyerek kızdıktan sonra

yerine oturdu.

Ben, şaşkınlık içinde konuyu yeniden başa sarmaya çalışırken, öğretmen;

‘’Oğlum, Tarık Bin Ziyad’ın avradını geç; avradı geç, seferden sonra neler

oldu, onu anlat!’’ dedi.

O olaydan sonra çok kitap okumaya karar verdim. Sürekli radyo

dinliyordum. TRT Ankara Televizyonu’nun yayına başlamasından sonra

spikerleri dikkatle dinleyerek Türkçemi geliştirmeye çalışıyordum. (Bu dil

tutkum beni gazeteciliğe yönlendirdi. Ankara’da 17 yıl gazetecilik; İsveç’te

35 yıl Türk çocuklarına Türkçe Anadili öğretmenliği yaptım. Halen, Malmö

kentinde yaşıyor ve Cumhuriyet gazetesine Pazar Yazıları yazıyorum.)

**

Ortaokulu Kadirli’de büyük ablamın yanında bitirmiştim,

O arada ağabeyim, Atatürk Lisesinin gece bölümünden mezun olmuş, Dil-

Tarih ve Coğrafya Fakültesini kazanmış, iş ile okul arasında gidip geliyordu.

Ben ise ortaokuldan sonra girdiğim yatılı okul sınavlarını kazanamamıştım.

Babamın beni lisede okutacak gücü yoktu. Ağabeyime, ortaokuldan sonra

okumayacağımı bildiren bir mektup yazdım.

Zeki dayım, o yıllarda inşaatı devam eden Kozan Barajı’nda çalıştırılacak

işçilerin seçiminde sözü geçen bir personeldi. Beni işçi yevmiyelerini

yazacak puantör alarak işe alacaktı. Annem, çamaşırlarımı bir şeker

torbasına doldurdu. Yola çıkmak üzereyken ağabeyimden mektup geldi:

‘’Bırak baraj işini, yakında okullar açılacak, çabuk gel!’’ diyordu…

***

Ortaokul diplomamı alıp gittim. Okulların açılmasına az bir zaman kalmış,

Yenimahalle Mustafa Kemal Lisesinde kayıt süresi dolmuştu. Öğrenci kayıt

bürosundaki görevlilere yalvardım, müdür yardımcılarına gittim, kayıt

yaptırmak mümkün olmadı. Okula gele gide Lisenin müdürünü de

tanımıştım. Son çare olarak onunla konuşmak için öğle tatilini bekledim.

Dışarıya çıkar çıkmaz koşarak yanına gittim. Derdimi anlatırken, ‘’ Liseye

kaydımı yaptıramazsam ağabeyim beni köye geri gönderecek. Okumak

istiyorum!’’ diyerek ağladım Müdür etkilendi, ‘’ Öğle tatilinden sonra gel, bir

çaresine bakalım.’’ dedi. Bir yere ayrılmadan, kapının önünde oturup

Müdürün dönmesini bekledim. Geldiğinde beni odasına aldı. Öğrenci

kayıtlarından sorumlu personeli çağırdı. Sınıflar 45- 50 kişi sınırına

dayanmıştı. Hiç umut yoktu. ’’ Seni Sıhhıye semtindeki Atatürk Lisesine

göndereyim.‘’ dedi. Kısa bir mektup yazdı, ‘’Bunu götür Atatürk Lisesi

Müdür Yardımcısı İbrahim Milli’ye ver, onlarda boş yer var.’’ dedi.

Çaresizdim. Başka seçeneğim yoktu. Mektubu alarak odasından ayrıldım.

İbrahim Milli, sinirli görünmesine karşın babacan, tatlı bir insandı. Zorluk

çıkarmadan okula kaydımı yaptırdı.

Ağabeyimin zor durumdaki bütçesine bir de benim yol param eklenmiş,

sabah akşam gidip gelenlerin sayısı ikiden üçe çıkmıştı…

Bir sabah, Yenimahalle ile Kavaklıdere arasında çalışan, öğrencilerin

‘boynuzlu’’ dediği elektrikle çalışan körüklü otobüse binecek yol param yok.

Ağabeyimin verdiği parayla bir gün öce Alemdar Sinemasına gitmiş, film

izlemiştim. Sabahleyin onlar evden çıkmak üzereyken yol paramın

olmadığını anımsadım. İkisinin de üzerin o an yetecek para yoktu. Para

bulamazsak, o gün okula gidemeyecektim. Çareyi yine ağabeyim buldu: ‘’Git,

Halil bakkaldan veresiye iki çiftlik yoğurdu al, evde bir kaba boşalt.

Kavanozları Erdal bakkala götür, depozito parasını al, yol parası yap!’’ dedi.

O gün okula öyle gidebildim.

Ders yılı başladı. Ben, Atatürk Lisesine gidip gelirken, ağabeyim, bakanlığa

ve Atatürk Lisesinin yakınındaki Anıttepe semtinde kiralık ev buldu. Hafta

sonunda apar topar taşındık. Üç kişilik yol parasından böylece kurtulduk….

O yıllarda, Atatürk Lisesi’nin müdürü ünlü Deli Veli’ydi(Veli Soysaldı)

Deli Veli yönetimindeki lisede bütünlemeye kalmadan mezun oldum.

Üniversite sınavından sonra gazetecilik okuluna girdim. Devam zorunluluğu

yoktu. O arada ağabeyim okulunu çoktan bitirmiş, maşı biraz daha artmıştı..

Çalışarak okuma sırası bendeydi…

Rüzgârlı sokaktaki küçük gazetelerin birinde iş buldum. Ağabeyime ve

yengeme daha fazla yük olmamak için evden ayrıldım. İki arkadaşımla aynı

mahallede bir ev kiraladık. O arada ağabeyim ve yengemin bir çocukları

daha oldu. Fırsat buldukça ziyaretlerine gidiyordum.

Yaşam bütün hızıyla devam ediyordu..

Artık ayaklarımın üzerinde durmamın zamanıydı…

***

Yazdıklarımda hiçbir abartma yok.

Bu da merhum ağabeyim Hüseyin Nergis’in o günlerimizi anlatan bir şiiri:

AY SONU

Yine hızlı adım geldi aybaşı

Defteri kebirde sayfa kalmadı

Hanımın akşamdan çatılı kaşı

Gemiler hep battı, tayfa kalmadı

*

Ön plana çıktı evin kirası

Bir köşeyi kaptı çöpün parası

Hanım üzüntüden tuttu sarası

Kompostoluk için ayva kalmadı

*

Bakkal beyden kestik bir elli beşi

Böylece halloldu manavın işi

Bu ay da böylece hep sıktık dişi

Sofraya gelecek zeytin kalmadı

*

Kasap vermiş bize etin budunu

Hanım pirzolaya yakmış odunu

Kızımızın Neşe taktık adını

Evde neşe değil hava kalmadı

*

Tuttuk satıverdik hemen paltoyu

Ancak alabildik bir içme suyu

Kardeşim Ali’nin kötü bir huyu

Duvarları çizdi sıva kalmadı

*

Yağmur yağdı damla düştü kilime

Soğuklardan sancı girdi belime

Söylemekten tüyler bitti dilime

Mobil(*) yana, yana tüp de kalmadı

*

İflasa başladık önce kaşıkta(n)

Oğlum Cem de ağlar durur beşikte

Hanım sinirlidir her bulaşıkta

Kıra kıra evde kap da kalmadı

*

Son yağı getirdik döktük tavaya

Fazla yandı, duman oldu havaya

Su tası yapalım dedik kovaya

Düştü parçalandı sap da kalmadı

*

Komşudan birazcık odun aşırdık

Son bulguru soba ile pişirdik

Sıcak/ sıcak yarış ettik aşırdık

Karbonatı içtik hap da kalmadı

*

Bırakın gülmeyi siz bu davaya

Fare son soğanı çekmiş yuvaya

Kimden borç istesek hepsi havaya

Artık tutunacak dal da kalmadı

*

Nergis’im dökersin bütün gamları

Odun ettik yaktık hep divanları

Rüzgâr esti kırdı bütün camları

Derdin döke döke dil de kalmadı

10 Ocak 1968, Ankara

(*) Mobil: Bir tüpgaz markası

Ali Haydar Nergis  : Gazeteci , yazar, halkbilim uzmanı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir