Yazarlar-Konular

CENNET BACIM DA GÖÇTÜ

( Bir sosyolojik değerlendirme , bir psikolojik çözümleme )

Mehmet Arslan

Bizim oralarda ( Binboğa dağları – Afşin ovası) ana, teyze,bibi (hâlâ) ve ablalarımızdan gayrı bütün kadınlara, kızlara “bacı” derdik eskiden… Beş yaşındaki bir çocuk seksen yaşındaki ebeye (nineye) bacı derdi. Ne içten, ne samimi, ne ciddi bir hitaptı bu. Bu hitabın nedenini, duygusunu, samimiyetini büyüyünce sorgulayıp, bilince çıkarıyorsun. Bu seferde herşey değişiyor, ipi kopan bir tesbih tanesi gibi köy dağılıyor, gelenekler, hısım, akrabalık bitiyor, duygular zayıflıyor, zamane ilişkilerine yenik düşüyorsun…O kutsal “bacı” hitabı anılarda kalıyor, bulmaca doldururken eski dilde, diye başlayan iki heceli bir kelimeye dönüşüyor.

    Cennet bacım, en büyük emmim, Alhas Hüseyin’in dördüncü eşiydi. Öncekilere yoksulluğun, hastalığın belirlediği, kader denen yaşam seceresinde “erken ölüm” yazılmış. Ölüm o kadar doğal ve sıradan ki insanların sadece “erken” sözüne ağladığı zamanlar, o zamanlar…Ve  fukaralığın, süpürge tohumu yedirdiği zamanda, dedelerimiz bazan sofradan bir boğaz eksilmesi hesabına, analarımızı çocuk yaşta vermiş babalarımıza. Çocuk yaşta… Analarımız avluda beştaş oynarken, yada  daha çizgi oyununu bitirmeden, ya da önündeki birkaç kuzuyu güderken, bir “evcilik oyunundan” başka bir eve gelin gitmişler. Gelin gelmişler…Ve o evde ilk çocuklarıyla birlikte büyüyüp tamamlamışlar çocukluklarını. Bir de dedelerimizin çocuklarını “iyi insanlara” emanet etmesi kaygısı var tabi. Bölgemizin Maraş, Malatya, Sivas, Kayseri illeri olarak, ülkemizdeki alevi inanç ve kültürüne sahip toplumunun en nitelikli, en doğal ve bilimsel yanını yaşayan “Hakikatçı Alevi” geleneğinden olması da bir etken bu “kız alıp, verme” işinde. Hakikatçı alevi için “sevgi” dinlerin en güzelidir ve “sevgi” varken başka dine de inanılmaz. Analarımızın babası, yani dedelerimiz “Kürtlüğünden” çektiğini inancıyla tamir etmeye çalışır ve analarımızı babalarımıza verirken Kürt’lüğüne, Türk’lüğüne, Ermeni’liğine bakmaz, “sevgiyi” din edinen insanları yeğler…Başlık olarak bazan bir, iki çuval buğday, oğlaklı bir keçi ya da emlikten yeni kurtumus bir dana olmasına rağmen asıl başlık damadın “iyi insan olması, sevgiyi hak bilmesi, hakkı insanda görmesi, yarın yanağından başka her şeyin ortak olmasını kabul etmesidir.” Bu kültür, hakikatçı aleviliğin özüdür ve bu güvenle Kürt dedelerimiz, Türk babalarımıza, analarımızı bir istemeye verirler. Bu öyle güçlü ve içten bir bağdır ki, bir silsileyle devam eder gider…Bu yüzden ebelerimiz kürttü, analarımız kürttü,  eşlerimiz kürt…Hoş Kürt’ün ne dili, ne coğrafyası, ne kültürü kabul görmez, inkar edilir, yasaklanır, en kötüsü unutturulur, yok edilir. Bu yüzden analarımız Türkçeyi gelin geldiği evde öğrenirken Kürtçeyi de unutmaya başlarlar, biz oğullar ve kızları analarımızdan bir “hara’yı, bir vara’yı bir de “buha’yı” biliriz. Gerisi hak getire…Acıyı bal eyleyip  dile, kültüre, inanca yapılan inkar ve yasakların hiç mi faydası olmadı, diye muzip bir soru sorabilirsiniz. Oldu tabi o alevi ve Kürt anaların, o alevi ve Türk babaların evlatları olarak hapislikler, kaçaklıklar, işkenceler de yaşasak, gerçeği daha erken ve daha çıplak gördük.

     Cennet bacım da erken gelin olan analarımızdandı. Ne ki Emmim Alhas Hüseyin’in karısı ölmüş, evde yemek yapan, ekmek eden yok, üstelik õlen eşten, bakıma muhtaç küçük çocukta var. Kõylük yerde kadınsız ev olur mu, olmaz tabi…Emmim varır, Berçenek,in yamacındaki Binboğa’ların ovaya yakın bir yerinden,  bir derenin içindeki İncirli köyünden ister Cennet bacımı. Emmim Alhas Hüseyin, Afşin, Elbistan ovası ve çevresindeki hakikatçı alevi geleneğinin sadık bir inananı ve savunanıdır. Sevgi, kardeşlik, paylaşım olan inançlarını şartlardan kaynaklı olarak, her ne kadar yaşayamasalar da onun öğretisini toplantılarda, cemlerde anlatmaya, öğretmeye çalışanlardan biridir.. Bunu çevre bilir ve bu evlilik isteği reddedilmez. Emmim o zaman yetişkin bir insandır, Cennet bacım onbeş, onaltısındadır. Düğünsüz, derneksiz gelir  bir tek Türkçe bilmediği yeni evine. Önceki kaderdaşlarından kalan üç, dört çocuk vardır, ölenler hariç yedi çocuk da kendisi dünyaya getirir.

     Tarih öyle hızlı akıyor ki ne söyleyeyim. Gerisi yaşadıklarımız. Göç, yoksulluk insanın, insan sıcaklığından uzaklaşıp soğuması sonucunda önce ortanca emmim, sonra babam, sonra üç gardaşın bir bacısı Hatçe bibim, sonra Alhas Hüseyin emmim, en son emmimin eşi Cennet bacım..bir kuşağın, babalarımızın, analarımızın  sonuncusu göçer gider…

    Emmim, babamın öteki yarısı gibiydi bize…Yani, babam sanki ikiye bölünmüş, bize de bir yarısına “baba” öteki yarısına da “emmi” demek zorunda kalmışız gibi gelirdi…Bunu tarif edebilmem zor, çok özel bir duygu bu…Doğal olarak, Cennet bacımın göçtüğü şu saatlarda, ne Cennet bacımı, ne de başkasını emmimle  kıyaslamamı doğru bulmam. Ama, Ahmet Arif’in “tavuklarımız karışır birbirine…”dediği gibi, bizim sadece tavukkarımız değil, sevgimiz, duygularımız, avlumuz, suyumuz, ekmeğimiz, bakışlarımız, gülüşlerimiz, ağlayışlarımız karıştı birbirine…Ve öyle büyüdük. Bunların hepsi tuz, ekmekti hayatta…

     Anamın Göksun” un bir dağ köyünden, Zalha bacımın Afşin’in bir dağ köyünden, Cennet bacımın Sarız’ın bir dağ köyünden Berçenek’e gelin adında gelip, insanlığın ortak sofrasına tuz, ekmek olmaları ne kutsal, ne bereketli, ne tarifi zor bir zenginlik…

     Tuz ve ekmek…

     Cennet bacımla çok tuz, ekmek yedik. Her insanın kendine göre kutsalı vardır. Benim kutsalım tuz, ekmek yani emek ve rızalıktır. Hak vermek ve hak almak, insanlığın terazisini dengelemek için gereken en önemli değerlerdir.

      Gidenin ardından sorulan en kıymetli ve en kolay soru “hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusudur. Çünkü cevabı tamamen size aittir ve karşınızda itiraz edecek bir ses, bir nefes yoktur. Siz, o soruyu kendinize sorarsınız adeta “Hakkınızı helal ediyor musunuz?”

    Dedim ya her insanın ya kutsalı, ya da kutsallık derecesinde duyguları, hassasiyeti vardır.

     Hak, çok ağır bir yük…Ve bir cümle bu yükü kaldırabilir.

     Cennet bacım, cenneti  öte tarafta aramayan, yeryüzünü cennet yapmak isteyen bir öğretinin insanıydı.  Sağken, ya insanın aklına gelmiyor ya da hastadır, yaşlıdır gücüne gidebilir diye sorup, rızalıktır alamıyorsun. Gidincede soracak kimse kalmıyor.

     Hasıla, çok tuz, ekmek yedik. Cennet bacımın bana olan haklarını helal etmesini çok isterdim…

     Devrin daim, toprağın bol, sevenlerinin, hak edenlerin başı sağolsun. Bizden önce gidenlere selam olsun.

( Derginin notu : Bu makale  görünüşte  bir  yaşlı ninenin ölümüne yazılmış bir anı , anımsamadır. Ancak sosyolojik bir tahlil , psikolojik çöüzümleme  içerdiği gerekçesi ile  aldık bu  sayıya. )

Üzerinden bir dönemin sosyolojik, toplumsal  ve psikolojik tahlili yapılan Cennet Bacı son görüntüleri.

Aynı zamanda karikatürist olan Mehmet Aslan’ ın konuya ilişkin bir karikatürü

Mehmet  Aslan kimdir: Afşin – Elbistan ovasının Berçenek köyündendir. Çocukluğu ve gençliği Osmaniyede geçmiştir. Sosyal olgulara ve ülke ve insanlık sorunlarını kendi karekterinin bir parçası saymıştır. Yaşamın bir öğrencisi olması yanında , çok ve çeşitli biçimde  halkın örgütlenmesive bilinçlenmesine çabalar vermiştir.

Evli ve  iki çocuğu var. Yaşamını hep  çalışarak , emeğiyle, üreterek geçinmiştir. Aynı zamanda ressam, çizer  ve özellikle  çok anlamlı  bir karikatüristir.

One thought on “CENNET BACIM DA GÖÇTÜ

  • MURAT

    Mehmet hocam yüreğinize kaleminize sağlık yazınızı okur iken bibi hala bacı kelimelerini okudukca cocuklugum gözümün önüne geldi bizde köye gittigimiz vakitlerde babamın ninesine koca ana yada hatun ana derdik lakin bu kelimeler simdilerde dediginiz gibi telafuz edilmez oldu arada sirada bulmaca köşelerinde yukaridan aşağıya yada solda sağa 4 harfli sorularda karsimiza çıkıyor yazınız için tekrardan yureginize sağlık

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir