Yazarlar-Konular

TANRILAR VE DEPREMLER DİYARI ANTAKYA

Halil Yılmaz Hıtmiye

(Depremi Yaşayan Her İnsan, Kendini Bu Şiirde Bulacaktır)

        “………….

Bir gün

Büyüsü bozulur

Tanrılar ve depremler diyarı Antakya’nın

Gazaba gelir Tanrılar Kentinin Tanrıları

Ve o diyarın çocuğu

Antakyalı Yuhannas Malalas           

Şöyle Anlatır Andaçlarında

Tanrıların (Teopolis) büyülü

Varsıl kenti Antakya’yı

İsa’dan sonra 526, Mayısın 29’u

Kadın gibi yumuşak, ılık

Hoş, serin bir ikindi – akşam arası

Çapkın, baygın bakışlı

Güneş hazan olmuş

Yaprak kızılı                                        

Kozmik Akasya saçlarını yaslamıştı

Deve kervanı Amanoslar’a

Teslim olmaya hazırlanıyordu

Tanrılar ve depremler diyarı Antakya

Kuzguni karanlığa

Birden gökleri yırtan

Ateş kokan, alevler soluyan

Kulakları sağır eden 

Dehşet mi dehşet sesler ummanı

Yer, gök kudurmuş, toz, duman bulutu                  

Püsküren, düşerken yükselen 

Renk cümbüşü raks eden alevler

Kor cehennemi bir deprem                        

Ve gökten yağarken yanan yağmurlar

Ölen 250 bin kişi

Can pazarı şimdi

Sonsuzlukla yarışan

Acı, tiz çığlıklarla iniler

Yüz bin yıllık Tanrılar ve depremler diyarı

Buz gibi, mum gibi

Beyaz, kara sarı

Sanki kum zakkumları

Kurumuş kanları, kokmuş bedenleri

Elem yüklü, yırtılır insan yürekleri

Cesetlerle dolu sokaklar

Ve kendi yalnızlığından

Bıkmış, usanmış

Antakya’da zaman gibi sosuz geceler

Ve yüzüne sığmayan

Ağzı kulaklarında

Cehennem kayıkçısı Haron

Ellerini ovuşturur, sevinç çığlıkları atar

Başlar Antakya (cennet)

Hades (ölüler ülkesi) arası seferlerine

At hırsızı kılıklı, azgın, cani, bozguncu

Akın akın soyguncular dörtnala

Kentin Doğu yakası çöllerden

Gömülen, yağmalanan 

Değer biçilemez zenginlikler, güzellikler

Yıkıntılar arasında

Kolu kesilmiş kızlar, kadınlar

Kınalı, taze gelinler

Ne etsen, her ne yana dönsen

Duyanları del’eden

Acı, tiz, ürperten çığlıklar

Belleklere, iliklere işleyen iniltiler

Veba, sıtma, sinekler deryası

Ve insanı iğrendiren ceset kokuları

Gökyüzünü kaplayan leş kargaları

Tarihte ilk ışıklandırılmış kent

O bakımlı, o görkemli cennet

6 Şubat 2023 Günü

Saat 04.17

Yine can pazarı Antakya şimdi

Kaos, kargaşa, yağma

Ve terk edilmiş zifiri karanlıklar şehri

Boylu boyunca harabe şimdi

Bebeler susmaz

Sular akmaz oldu Antakya’da

En kanlı, en ölümcül savaştan

Daha korkunç

Ve daha ölümcüldü deprem

Sarsılır, dumurlaşır inançlar

Asi olur, isyan eder Antakyalılar

Olmazdı, bu güzellikleri

Bu paha biçilmez zenginlikleri

Yıkan, yok eden bir Tanrı olamazdı

Üstelik altın kubbeli Çanlı evlerini

İlk Hıristiyan Habibi Neccar’ı

Ay yıldızlı minarelerini de yakıp yıkmıştı

Sallanıyordu Tanrılar Şehri hâlâ

Hiçbir yalvarı, yakarı ve adak

Sökmüyordu Tanrılara

Daha güçlüydü korku

İmandan ve Tanrılardan

Uğruna öldükleri

Gidip de dönmedikleri

Üzerinde kadit oldukları

Ve kendilerini yutacak kadar gaddarlaşan

Bu topraklardan umutsuz

Yorgun, yaralı payton atları gibi

Kendi küllerinden doğan

Kaf Dağının Anka Kuşları 

Başladı, hiçbir zaman bulamayacakları

Hayal ürünü başka cennetler yolculuğu

Yıldızlı, ılık, yumuşak gecelerde

Ciğerleri yana yana

Yürekleri söküle söküle

Düştüler düşe kalka başka diyarlara

Sonu bilinmez zamanda yolculuğa

Dönüp dönüp

Yitirdikleri Cennete bakıyorlardı

Düşlerini çalan

Yüreklerini dağlayan

Anılarını, hayallerini, sevdiklerini

Alın teri, göz nurlarını yutan

Bozguna uğramış

Bir ordudan arda kalan

Canları bedenlerine yük, başlarına bela

Bu diyardan

Kaçmanın şaşkınlığını yaşayan

Yorgun, yoksul, yaralı ve mağrur

Biçare ve şaşkındılar

Korkunç bir rüyadan arda kalan

Zakkum suyuna mayalanmış düşleri

Her biri birer çengel çiçeği

Mezarlıktaki taşlar misali

Lal olmuş dilleri

Acıya durmuş saman sarısı yüzleri

Sonbahar pusu çökmüş

İri, bal yeşili

Bulutsu, patlak, şaşkın gözleriyle

Hıçkıra hıçkıra, ağlaya, dövüne

Uzun uzun son kez baktılar Silpius’tan

Belen yaylalarından 

Zaman denilen bir yosmadan kalmış

Yanmış, yıkılmış, yağmalanmış bir mezarlık

Toz duman içindeki

Yüreklerini, düşlerini gömdükleri

Tanrıların kutsal diyarı Antakya’ya

Kan ve irine kesti akan sular

Kan ağladı ağaçlar, börtü böcekler

Çiçekler, gelincikler

Karalar bağladı canlı – cansız her şey

Artık gündüzler de gece

Ormanlar gibi ıssız

Sanki dağ başı

Can korkusunun kol gezdiği

İzbe, dar Antakya sokakları

Rüzgâr ve Asi yorgun, suskun, suçlu ve çaresiz

Her yıkım ve kıyımdan sonra

Kadın gibi doğurgan

Üretken ve cömertti buralarda topraklar

Denizler gibi derindi

Ve maviye kesmişti gökyüzü berrak

Yaşamı devşirir Tanrıların babası

Akdenizli Zeus aşk ve şarap sarhoşu

Elemden mi?

Sevinçten mi? Bilinmez

Ve

Bu zaman kırılmasından kurtulanlar

Salıncaklar kurarlar

Zeus’tan çaldıkları kişneyen, cilveleşen

İpil ipil sevişken yıldızlara

Ayla sevişirler düşlerinde

Yiten sevgililer yerine

Çatlar, kıskanır hareli yakamozlar

Ölümsüzlüğün simgesi

Zeytin Ağacı ve Kızı Defne

Limon, portakal bahçeleri

Hıtmiyeler süyüm süyüm

Dünyanın dönüşü – Kum saati gaddar

Dünlerini, umutlarını yutmuş

Eleyip un etmişti, sonsuzluk kavramı zaman

Lakin insana özgü

Yarınları yeniden kurmak var

Yere indirirler, seyran eylerler Ay ve yıldızlarla

Çekilmez, kahır dolu yaşam Antakya’da

Devam eder acılarıyla, ağıt ve hoyratlarıyla

Aykırı Nehir Asi boylarınca

Her seferinde zamanların kırdığı yerden

       …………..”

      Değerli okurlarım!

Tarih, toplumların – bütün insanlığın tarlası ve aynasıdır. Her ulus, geldiği tarih denilen o kadim toprağa ne ekmişse; onu biçer ve Kendini o aynada bulur.               

İşte tarih denilen sonsuz zaman kavramından ders çıkarmak yerine, (Antakya’nın en büyük yıkıcı depremlerden biri, 29 Mayıs 1526 yılında yaşanmış); aradan geçen  497 yıl sonra yaşadığımız 6 Şubat 2023 depremine “Yazgı – Kader” diyenler: Doğanın şaşmaz kurulları ile Tanrı’nın verdiği aklı, bilim ve teknolojiyle birleştiremeyecek kadar Sefil akıllarını dogmalara kiraya verip hurafeler denizinde kulaç atarlar.

Halil Yılmaz – Hıtmiye
Eğitimci – Şair – Yazar
www.hitmiye.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir