Hititler Devri Anadolu’sunda Savaşlar ve İnsan ve Hayvana Dönük Şiddet
Ahmet Ünal
Yazının 2. ve son bölümü :
Şimdi tarihi olayların akışı içinde şiddetin kullanılışına kronolojik bir sıralamayla biraz daha yakından bakalım:
I. Hattušili ve I. Muršili devrinde yazılı kaynakların en eskileri, akla gelemeyecek işkencenin izlerini saklarlar.
Krala karşı koyanlar kralın tebaası ve koruması altında olma imtiyazını yitirirler; ya öldürülürler ya da penisleri veya diğer uzuvları kesilir. Böyle bir vahşeti töreleriyle bağdaştıramayan Šanahuitta halkı kendi iradesini ortaya koyarak ve kelleyi koltuğa almak pahasına kralın bu vahşi uygulamasına karşı çıkmaya kalkışmıştı.
Anadolu’nun bir başka yerli ve köklü kentlerinden Purušhanda’nın işgali ve yerle bir edilmesi sırasında da çok değişik, şeytanın bile aklına gelemeyecek bir işkence yönteminin izlerini açık seçik gözlemliyoruz. Gözü dönmüş kral Muršili Purušhanda’nın askerlerini ve savaş arabalarını yendi, kral, kraliçe ve prensleri tutsak olarak Hattuša’ya getirdi ve onları küçük düşürücü birtakım işkencelere tabi tuttu. İşkence yönteminin benzersizliği ve sıra dışılığı yüzünden, çaresiz tutsak krala ve aile mensuplarına lâyık görülen işkence ve küçük düşürme oyunları arasında uygulanan bu yöntemin ne ifade ettiği şimdiye dek açıklanamamıştı. En son araştırmalarımdan birinde buna mantıklı bir açıklama getirdiğime inanıyorum. Dinleyin, duyunca sizin de dişleriniz gıcırdayacak ve hatta uyuşacaktır! Tutsak kralı maskara etmek için kendisi ve aile mensuplarına ekşi elma takdim edilmiş ve elmanın Purušhanda kralı, karısı ve çocuklarının dişlerini alması dileği veya lâneti eklenmiştir. Herhâlde bu eylemin düşman tutsaklarını hoşnut edecek “Hattuša’ya sarayıma hoş geldiniz ikramı” cinsinden bir şey olmadığına göre, o zaman şartlarında Anadolu’nun yerli mayhoş geyik elmasını çiğneyen ve zaten çürümüş, kökleri sırıtmış dişlerin müthiş şekilde ağrıdığı kesindir.
Eski krallardan birine vasi olarak atanan Pimpira’nın yazdırdığı ve nasihatnamelerin en eski örneklerinden biri olan metne göre mazoşist kral düşmanlarına başkaca işkence yöntemleri uygulamaya devam etmiştir. Düşmanlarını (her ne anlama geliyorsa) niye “kuyruk yağı parçası gibi kilin içinde karıştırmadığına” pişman oluyor. Nasıl bir işkence yöntemiydi bilemese de herhâlde adamlara herkesin gözü önünde çırıl çıplak vıcık vıcık balçık çamuru içinde banyo yaptırıyordu.
Metinde devamla kırık dökük muhtevada Hurrili yaşlı kadın ve erkeklerin bir yerlere gittikleri ve koşum takımlarından söz ediliyor. Bunlar krala muhtemelen haraç olarak verilmişlerdi. İçeriği gene zam olarak anlayamasak da, boyunduruğa koşulduklarını kolayca kestirebiliriz. Yoksa (daha az olasılıkla) kral esirlere yumuşak yürekli mi davranmıştı?
Oldukça kırık dökük bir metinde nadiren görülen bir savaş suçu daha işlemişti. Kral, Tarmazza kenti halkının çocuklarının ellerini ya kelepçeye vurdurmuş, ya da bileklerini kestirmişti.
II. Muršili’nin bir Batı Anadolu seferi sırasında Šeha Irmağı ülkesi beyi Tarhunta’nın, hayatını bağışlasın, ülkesini mahvetmesin diye yalvarmak üzere annesi ile birlikte birçok yaşlı erkek ve kadınları da göndermişti. Kral, kadınların durumuna acıyarak gerçekten onunla savaşmamıştı. Her nedense onun bu tavrı centilmenlik ve merhamet örneği olarak gösterilir. Bu karmaşık ve çok yönlü yoruma açık habere dayanarak Muršili övülerek göklere çıkarılır, şövalye ruhlu bir gentleman ilan edilir, çünkü o bir Hint-Avrupalıdır! Burada çok sayıda yanılgıyla karşı karşıyayız ve bunları görmezlikten gelemeyiz. Merhamet dilemeye gelen kadınların yalnız olmadıkları, yanlarında yaşlı erkeklerin de bulundukları ve en önemlisi bizzat kadınların Muršili’nin ayaklarına kapanarak yalvarıp yakardıklarıdır! Evet kadınlar yaşlı erkekler eşliğinde gelmişlerdir, çünkü ülkenin eli silâh tutan askerleri Muršili tarafından ya savaşlarda öldürülmüş, ya esir (NAM.RA) olarak sürüler halinde Hatti’ye gönderilmiş, esir kamplarında toplanmış, bedava ırgat olarak çiftliklere dağıtılmış ya da dağa bayıra kaçmışlardı. Diğer taraftan, bir tanrı kulu da belki de onunla savaşama olanağı yaratamadığını. ya da savaşsa bile yenilmiş olabileceğini aklının kenarından geçirmez!
Savaş suçları arasında tutsakların burada tanımlanmasına gerek duyulmayan insanlık dışı ve çileli durumları, kitle halinde öldürme, gece baskını, sürgün, ev, ekili tarla ve bağ bahçelerin yakılması, aç bırakmak, kentleri aylarca kuşatarak halkını aç susuz bırakmak vardı.
Gelelim şimdi en esaslı kaynaklarımızdan kanunlarda şiddetin izlerine:
Bir toplumun kanunlarına ve yasaklarına bakarak, anket ve araştırma yakmaksızın sosyolojisini kesinkes okuyabilirsiniz. “Ormana yanan sigara atmayınız, çöp dökmeyiniz, çimlere basmayınız, trafik canavarı olmayınız, sürat yapmayınız, emniyet kemerinizi takınız, kırmızı ışıkta geçmeyiniz, yayalara yol veriniz, park etmeyiniz, büyüklere, kadınlara saygılı olun, hayvanlara eziyet etmeyiniz…….” gibi her gün karşılaştığımız tabelalar aslında 21. yüzyıl Türkiye’sinde bu yasak ve ayıpların hâlâ yoğun şekilde işlendiğini ve bu yüzden her yere yasak veya tavsiye levhaları asıldığına işaret etmiyor mu? Aynı şekilde yasaklar listesi Hititlerin de barışı ve sükûneti sevmeyen bir toplum oluşturduğu anlaşılıyor. Kanunların suç saydığı insana ve hayvana yönelik şiddet olayları toplumda hastalık derecesine ulaşmış bir alışkanlıktı ki caydırıcılığını arttırmak amacıyla ağır cezalar öngörülüyordu. En yaygın ve azılı şiddet hiç kuşkusuz, yöntemleri ne olursa olsun kanunlarda geniş yer tutan, insanın yaşam hakkını elinden almak, yani öldürmekti (en başta 1-6 maddeler).
Öne çıkan ceza yöntemleri arasında birisini kör etmek veya dişini kırmak, kafasını ve yaralamak, ayak veya kolunu ısırmak, burnunu ısırmak, kulağını koparmak, hamile kadına düşüklük yaptırmak, ineğinin kuyruğuna tutunmuş ırmağı geçen kimseyi suya iterek boğulmasana neden olmak, birisini ateşin içine atıp yakmak, kadınları dağa kaçırarak ırzına geçme ve daha niceleri vardı.
Yasaların verdikleri çoğu cezalar da aslında göze göz, dişe diş nispet ve şiddetinde olmasa da işkenceden başka bir şey değildi. Tabii ki en başta ölüm cezasının infazı yer alır. İnfazın nasıl yapıldığı kaydı metinlere çok nadiren geçirilmiştir. Sadece bir kez gırtlağının darp edileceği (kapru hat-) ve kent kapısında asılacağı (aški gank-) kaydı yer alır. Büyükkaya sarayının hemen arkasında aynı ismi taşıyan kanyona bakan sarp uçurumun “infaz yeri” olduğu ileri sürülmüşse de, elimizde hiçbir kanıt yoktur.
Diğer yöntemler arasında hiç kuşkusuz kellesini uçurmak (SAG.DU kuer-), ölesiye dayak atmak, yakmak, çalılık çırpılık, taşlık açık arazide yalınayak kovalamak, açlığa terk etmek yer alıyordu. Belirgin durumlarda suçlu canlı canlı bir küpün içine kapatılıyor ve ölüme terkediliyordu.
RESIM: Avrupa Orta Çağı’nda tekerleğe asarak cezalandırma yöntemi. Benzerini Hititler de uyguluyorlardı!
Sıra dışı bir vahşi yöntem daha dikkati çeker ve daha bu erken dönemde toplumsal sapıklığın boyutlarını ele verir. Suçlu herhalde ayak ve boynundan iki ayrı istikamete koşulan bir çift öküze bağlanır ve bu şekilde vücudu iki parçaya ayrılırdı. Vahşeti eskiler de görmüşlerdi ki, sonradan bu ilkel yöntemi hafifleterek yerini bir koyuna bırakmışlardır.
Tekerleğe sarmak yöntemi, belki de Orta Çağ’da olduğu gibi kemikleri kırılarak bedeni esnek hale getirilen insanın araba tekerleğinin ispitlerine sarılması ve herkesin göreceği bir yere asılması şeklinde yerine getiriliyordu. Orta Çağ’da tüm işkencelere rağmen hâlâ yaşayan insan, ibreti âlem olsun diye kent merkezinde sergileniyordu.
Bir enstrüksiyon metni infaz karşılığı olarak her ne demekse “kötü talihe teslim etmek” deyimini kullanır.
Yasaların 173a. maddesine göre kral mahkemesine karsı koyanın evi başına yıkılır, DUGUD’un yargısına itiraz edenin kellesi uçurulurdu.
Madde 111 üzüm hırsızına verilen cezadan bahseder. Hırsız mızrakla (ŠUKUR) işkenceye tabi tutulur.
Madde 95, bir ev çalan kölenin burun ve kulağının kesildiğini kaydeder. Hâlbuki bir önceki maddede aynı suçu işleyen bir hür insana çok az para cezası kesilmekte kalınıyordu.
Hitit yasalarının en caydırıcı ve göz dağı verici yöntemlerinden biri de kolektif cezaydı. Yani suçlunun aile mensupları da paylarını alırlardı.
Şiddet ve cezalandırma yöntemleri arasında Saray Kroniklerinde tüyler ürpertici uygulamalar olduğu görülür. Her nedense işlenen suç ile cezalandırma yöntemi arasında aşırı benzerlik vardır. Birisinin çaldığı şarap ya da birayı içtiğini farz edin. Ona aynı içkiler tuzlanarak zorla içirilir! Kızgın taş üzerinde yürütme, yolsuzluk yapan kişinin kafasında desti kırma, mal çalana tuzlu ve pis sıvı içerme, bedenine kötü kokan maddeleri sürme gibi yöntemler en sık uygulananlarıydı. Bir zamanlar tunink ekmeği içinde taş parçaları bulmuşlar. Suçlu kim olabilir? Tabii ki fırıncı. Hemen alıp ıssız bir dağa götürüyorlar, bir ateş çoğaltıyorlar ve benim yorumuma göre irice bir taşı bir güzel ısıtıyorlar ve başlıyorlar adama vurmaya ya da onunla bedenini dağlamaya, ta ki ölünceye (šamenu) kadar. Pappa saraya ait ekmekleri izinsiz ışırmıştır. Cezası, içine tuz karıştırılmış olan marnuwan- içkisini içmektir. Cabası da var, çalınan walhi- içkisinin kabını da kafasında kırarlar.
Nunnu Arzawa’da itaatsiz ve hasis bir validir. Bulduğu altın gümüşü cebine indirir, efendisi kralı görmezlikten gelir. Cezası ne olabilir? Onu atarlar ve yerine yeni vali atarlar, ama yeni vali bilemediğimiz nedenlerden ötürü asla gitmek istemez, öyle ki eski vali de yeni vali de suçlu duruma düşerler. Biçilen ceza ağırdır. Bir öküz gibi boyunduruğa koşmakla yetinmez, gözlerini oyarlar.
Korkaklığın da cezası vardı. Hurma kentinde prenslik yapan Šanda, Hurrilerden pek korktuğu için kralın emri üzerine kötürüm edilmişti. Şarap aşıran ve yanlış kişilere dağıtan sahtekâr Hani’nin akıbeti de aynıdır. Ölünceye kadar dayak yemiştir!
Suç işleyen bir rahibe verilen ceza şiddet uygulamasa ve bedeni acıtmasa da vicdanı acıttığı için şiddet sayılmalıdır. Alt tarafı çıplak olarak halkın içinden geçerek başkentteki Kral (Labarna) Çeşmesi’nden su taşır. Unutmayalım çıplaklık, Hitit toplumunda çok hakir görücü bir şeydi.
Sözünü ettiğimiz buyruk metninde tanrılara veya beyine hizmette kusur eden birisinin ya öldürüldüğü ya da burun, göz ve kulağına “kötülük” yapıldığı, yani sakat edildiği kayıtlıdır. Aynı metin, domuz ve köpeğin tanrısal yiyeceklere yaklaşarak kirletmesine göz yuman aşçılara, dışkı ve sidik yedirilip içirilerek misilleme yapıldığını kaydeder.
Şiddet din ve büyü ayinlerinin içine kadar bile sızmış olup, bu defa da ya insan kurbanı ya da bir tutsağın öldürülmesiyle kefaret olarak kaşımıza çıkar. Vekil kral ayininde kötü cinleri yanıltmak için kral kılığına sokulan bir köle onun yerine öldürülür. Askerlerin mağlubiyetinden sonra onlara tekrar savaş morali kazandırmak için bir savaş tutsağı ve köpeğin bedeni ikiye bölünür ve bir büyüsel kapının her iki yanına da asılır. Yenik askerler bu kapıdan geçerler ve üzerlerine pak ırmak suyu serpilerek şoke edilirler ve böylece yitirdikleri morallerini tekrar kazanırlar.
Kralın emirlerine karşı koyanlar, ırmak ordealine çağrılıyorlardı. Yüzmesini bilerek aklananlar talihliydiler. Ama yüzme bilmeyenler için bu bir işkenceydi ve pisipisine ölümle sonuçlanabiliyordu. Dolayısıyla hırsızların, haydutların iyi birer yüzücü olmayı öğrenmeleri sanatları gereği olmalıydı!
RESIM: Hadi canlısını öldürüyorsunuz, ama heykelinden ne istediniz? Yozgat Müzesi’nde Tavium’dan (Büyük Nefesköy) getirilen şiddete uğramış bir Galat aslan heykeli ve Geç Hitit dönemine ait canlı aslana yapılan işkence
RESIM: Alacahöyük kabartmalarında decoy (yem) olarak bir ilmikle burnundan bağlanmış geyik ve doğanla avlama örneği
Son olarak kısaca hayvanlara dönük şiddet eylemlerine değineceğim.
Hadi avlanmak neyse de, hayvanların canlı canlı yakalanması elbette eziyetten başka bir şey değildir. Hayvanları canlı yakalamanın nedeni, prehistorik dönemlerden kalma Şaman törenlerde kullanılma alışkanlığıydı. Alacahöyük kabartmalarında açıkça görüldüğü gibi bir geyik decoy olarak kullanılmak üzere urun deliklerinden iple bağlanmıştır. Aynı şekilde doğanla avlanmak da oldukça yaygındı.
RESIM: Çatalhöyük duvar resimlerinde ve Hüseyindede vazosunda boğa sırtında yapılan akrobatik gösterilerin o hayvana eziyet vermediği söylenemez!
Savaşlarda yağmalanan düşman bölgelerinden Hatti’ye taşınan koyun ve sığır sürülerinin başına gelenler de şiddetten başkası değildi.
Bazı istisnalar dışında sirk ve arena olmasa da hayvanlarla yapılan gösteri ve yarışlarda onlara işkence edildiği kesindir. Boğa üzerinde yapılan atlama, zıplama ve at yarışları sadece bazı örneklerdir. Hayvanlara başka açılardan da eza cefa çektiriliyordu. Dövüldükleri ve aç susuz çalıştırıldıkları kesindi. Kanunlar ölümle neticelenen hayvanlara karşı uygulanan şiddete de değinir. Döverek öldürmek yanında anlaşılan kiralanan hayvanları aç susuz fazla çalıştırmak da vardı. Bir kısrağı ya da dişi domuzu döverek düşük yapması bile kayıtlara geçmiştir. Amaç elbette hayvanın sahibine zarar vermekti, ama işkenceye uğrayan hayvandı. Bunun yanında bir avcının köpeğini döverek öldürme vakası vardır. Hitit yasalarının kısmen yasakladığı zoofili (sodomi) de kuşkusuz şiddet arasında sayılmalıdır.
Ve son olarak ibret olması için bir “saçma” örnek daha. Şu tuhaflığa bir bakın, et aşıran köpeğin karnı deşilerek et karnından çıkarılıyordu. Amaç köpeğin sahibine zarar vermek miydi bilemiyorum, ama yenmiş de olabilir. Bu durumda etin köpeğin midesindeki salgılar içinde bir süre kalması, eti bir güzel yumuşatmış olabilir! Ne de olsa Hititlerin pratik zekalı olmaları onların meziyetleri arasında sayılır!
Prof. Dr. Ahmet Ünal kimdir? 1943 yılında Uşak’ta doğdu. Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanlığı yaptı. Münih Üniversitesi Eski Anadolu Dilleri, Kültürleri, Tarihi ve Hititoloji Bölümü eski Başkanıdır. Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yaptı. Ahmet Ünal, uzun yıllar Ankara, Konya, Münih, Bern, Antalya ve Chicago Üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmıştır.
Türkiye’de çok sayıda kazılara katılmıştır. Çeşitli dillerde Eski Anadolu tarihi, kültürleri, arkeolojisi, dilleri ve Hititlerle ilgili çok sayıda kitap, makale ve sözlükleri vardır.
Hititlerden günümüze kadar Anadolunun nerdeyse tüm kültürel ve tarihi üzerine en bilimsel kitaplar yazmıştır.
Özgün ve özgür bir bilim insanıdır. Söyleyeceğini doğrudan söyleyen bir bilimcidir. Anlattıklarını anlamak kolaydır. Şu anda Osmaniyede kurulu Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi yönetim kurulu üyesidir. Yerelden evrensele dergisinde yazılar yazmaktadır.