TÜRKÇENİN ÇAVLANI YAŞAR KEMAL’DE İNSAN 
(Ali OZANEMRE)
Dağın Öte Yüzü üçlemesinin ilk kitabı Ortadirek’te Uzunca Ali, ‘küheylan’ dedikleri yaşlı atın yolculuk anında ölmesi üzerine hem yükü hem de anası Meryemce’yi sırtında taşımak zorunda kalmış, bu nedenle de Çukurova’ya pamuk toplamaya giden köylüler topluluğundan kopmuştu.
Köylü, akıl almaz bir yoksulluk içinde sıkıştığı, tutar dalı kalmadığı için olmadık şeylerden umut bekler durumdadır. Bu nedenle Taşbaşoğlu ermişleştirilir.
Üçlemenin ikinci kitabı Yer Demir Gök Bakır’dan sonra üçüncü sıradaki Ölmez Otu’nda da Uzunca Ali’nin köyde tek başına bıraktığı anası yaşlı Meryemce, yoğun olarak yer alır.
Uzunca Ali onu, bir önceki yılın yolculuğunu göze alamadığı için köyde bırakmak zorunda kalmıştır. Değişik duygu ve düşünceler içinde kendi kendine konuşan Meryemce, başta oğlu Uzunca Ali’ye, herkese karşı sonsuz bir nefret duygusuyla doludur ama bazen de sonsuz bir sevecenlik içinde köpürür…
Köylünün, ‘Uzunca Ali anası Meryemce’yi köyde öldürdü de pamuk toplamaya öyle geldi’ dedikodusunu bilmeyen Meryemce, tek başınadır ama her şeyle, herkesle de konuşur durur, kendi kendine; köyün insanlarına, hayvanlarına bile küs olmasına karşın…
Meryemce’nin aşağıdaki köpürmesi, oğlu Uzunca Ali’yedir:
“Ölmez Meryemce… Başına bela. Senden bunun öcünü almadan ölmez o… Kırarsın, dökersin, yakarsın, yıkarsın, kesersin biçersin ölmez Meryemce, ölmez otudur Meryemce. Ali, Ali, acıman var mı senin? // Ali’nin yüreği taştan demirden.” (s 138)
“Ali’nin yüreği taştan demirden” diyen ölmez otu Meryemce, öte yandan bir daha tek sözcükle konuşmamacasına küs olduğu oğlu Uzunca Ali’ye karşı ancak anaların yüreğinde filizlenecek bir sevecenlik, bağışlamışlık içindedir. Kendisini köyde tek başına bırakıp Çukuova’ya pamuk toplamaya ‘kaçan’ oğlu Uzunca Ali’nin hayaliyle konuşur:
“Ölmem oğlum, ölmem yiğidim, ölmem sen gelene dek. Bilirim o köylüyü senden de daha iyi. Başına ne hal getirecekler benim ölümü bulunca evde bilirim yavrum, bilirim. Neden öleyim yavrum, aç kalmadım susuz kalmadım. Bırakıp gittiğin ekmek daha öyle duruyor. Her şey var, yem var yiyecek var. Yalnız Ali’m, Allah kimsenin başına vermesin insansızlığı. Bir insan olaydı şimdi yanımda, ya Hasan’ım, ya Ummuhan’ım bir teki olsaydı, bir yıl da on yıl da beklerdim köyde tek başıma. Neden akıl etmedin çocuklardan birisini yanımda bırakmayı? Hakkın var yavrum, bir çocuk bir günde yirmi kilo pamuk toplar, öyle değil mi?” (s 163)
Oğlu Ali, gelini, torunları gözünde tüter. Onlar bir yana, yarım akıl bile olmayan Vurgun Ahmet’e de, ermişleştirildikten sonra nereye gittiği, nerede olduğu bilinmeyen Taşbaşoğlu’na da hatta alçak, acımasız, bencil, kurnaz, baskıcı muhtar Sefer’e de razıdır. Yeter ki bir insan olsun koca köyde tek başına kalan Meryemce’ye:
“Şimdi bir tek bir canlı olsaydı tek başıma kalmazdım, Taşbaşoğlu da gelmedi. Gittim, çıktım dağlara Taşbaş’ım, Memed’im, dedim, yavrum, evliyalar evliyası, Kırk Ermişlerin gözbebeği yavrum, dedim, gel yanıma köylü Çukur’un düzünden dönünceye kadar. Pahal oldu, ne geldi, ne göründü. O gelmesin, şu dünya gözüyle onu bir görmez miyim, bir elime geçmez mi? Gösteririm ben ona, bilirim söyleyeceklerimi ben ona.” (s 163)
Yine Ali’ye döndürür sözün yüzünü:
“Sen korkma Ali’m, ölmem. Ölüp de seni o namussuz, o alçak köylüye rezil rüsvay etmem. Ölürsem de o köylünün gözü önünde ölürüm. Çatlasınlar da patlasınlar. Bilsinler ki Meryemce oğlunu, canından da ileri sever. Ah, aah, ah! Bir insan olsaydı. Bir tek. İsterse Muhtar Sefer olsun. Ağzımı açar da konuşurdum … İnsansızlık beter Ali’m. Beter, beter, beter. Köylü dönsün Çukur’dan, varıp herkesin boynuna sarılacağım. Koklayacağım, koklayacağım bir iyice doyana dek koklayacağım. İnsansız kal da gör insanlığı. Ne bela bir işmiş gör Ali’m.” (s 163)
Hayalinde; sevdiği, sevmediği bütün insanlar… En çok da Ali… Ama yetmez bu. Somut insanı, kokusu olan insanı aramaktadır:
“Var git işine, var git Çukur’un düzüne, sen insan değilsin ki kokun ola. Sen bir düşsün Ali’m. Sen bir düşsün…”(s. 164)
Bilir ki Ali, gelini, torunları ancak köylüyle birlikte dönecekler köye; pamuk toplama işi bittince… Bütün köyle, tavuğu kedisi, iti ineği.. bütün köyle küs olan Meryemce, köylünün Çukurova’dan dönüşünü dört gözle bekler. Hele bir gelsinler, o zaman Meryemce kimseyi incitmeyecek; can düşmanı saydığı Koca Halil’i bile… Köylüyle konuşmadığı için Allah’ın kendisini cezalandırdığını düşünür. Köylüyle konuşmayıp onlara buğzettiği için Allah, Meryemce’yi bir tek insan kokusuna hasret etmiştir. Koca Halil’in kokusunu bile mumla arar hale düşürmüştür. “Allah demişler buna, mavi gözlü, koca sakallı Allah!” (s 164)
Uzunca Ali’nin bir yükü, bir anasını sırtında götürdüğü Çukurova yolculuğundan sonraki yıl köylü, Muhtar Sefer’den kurtulmuş, çok verimli bir pamuk tarlasında pamuk toplama olanağına kavuşmuştur. Öyle verimli bir tarlada çalışırlar ki bu gidişle Adil’e olan borçlarını da ödeyebileceklerdir.
Köylünün ermişleştirdiği Taşbaşoğlu’nu, muhtar Sefer, ‘okuyup üfleyerek hastaları iyileştirdiği yalanıyla insanları kandırıyor’ benzeri suçlamalarla jandarmaya ihbar etmiş; bu ihbar sonucu jandarma Taşbaşoğlu’nu gözaltına almıştı. İşte bu sırada Taşbaşoğlu, köylülere ‘Sefer’le kimse konuşmasın.’ demişti. Köylülerin ermişleştirdiği, ‘Efendimiz’ dediği Taşbaşoğlu’nun bu sözü üzerine Sefer’le kimse konuşmaz, en yakınları, çocukları, karıları bile…
Sefer, başta Taşbaşoğlu’na ve onun yakın arkadaşı Uzunca Ali’ye karşı, aslında bütün köye karşı kin beslemektedir… Buyruğundan kolay kolay çıkmayan genç Ömer’i ‘Seni evlendireceğim, sana para vereceğim, mal vereceğim’ diyerek köye, köyde tek başına kaldığını bildiği Meryemce’yi öldürsün diye gönderir. Ömer köye geldiğinde onun ne amaçla geldiğini bilmeyen Meryemce, Ömer’i gördüğünde çocuklar gibi sevinir, ona nasıl hizmet edeceğini bilemez; gençleşir, güzelleşir, sevinçten ölecek gibi olur. Ömer gelmeden önceki günlerden birinde “ıssızlığın yumağını ta yüreğinin başında” duyumsayan Meryemce, “Demek dünyayı dolduran insanmış. Her şey, her şey bütün dünya insanmış. İnsan yoksa dünya yokmuş.” diye düşünür.
İnsana özlem içinde kıvranan Meryemce’yi şöyle betimler büyük usta:
“Yönünü batıya, batan güne dönmüş damın üstündeki Meryemce, sıcacık insan sesiyle bağırdı. // ‘Kokusuna kurban olduğum insanoğlu, kokusuna kurban olduğum insanoğlu, kokusuna kurban olduğum insanoğlu.’ // Ve Meryemce’nin sesi bir dev sesi gibi dünyayı doldurdu uzun bir süre ormanda, bozkırda, koyaklarda, derelerde yankılandı durdu. // Kokusuna kurban olduğum insanoğlu.’ // Şimdi kelce bir çocuk olsaydı Meryemce’nin yanında ıssızlık, boşluk kesiliverirdi. Dünya dolar, dopdolu olurdu. Bir kelcecik, sümüklü bir oğlan… // ‘Cenneti tümden verseler insansız vızzo istemem, Cehenneme atsınlar, insan varsa can kurban. İnsansız dünya batsın.’ // Zulmeder, kötülük eder, insanı aşağılar, hak yer, insanı öldürür, yalan söyler…” (s 273)
Meryemce, buna benzer duygular içindeyken ne amaçla geldiğini bildiğimiz Ömer, sonunda köye ulaşmıştır.
Gözleri hep yollara takılı Meryemce, önce bir karartı görür; derken onun bir insan olduğunu anlayınca “gelen karartıyı gözleriyle, bütün sevgisini gözlerine toplamış, geleni gözleriyle” okşar. Sonrası, şöyle anlatılır:
“Gel, dedi gülümseyerek, gel. Kim olursan gel. Hızır ol, gavur ol, kanlı katil, kim olursan ol, yeter ki gel. Allahım, kara gözlüm, sürmelim, sen kimseyi, kul olanı insansızlıkla terbiye etme. … Gel, ayaklarının altına kurban olduğum, çabuk!” (s 310)
Köye, Meryemce’yi öldürsün diye gönderilen Ömer, ha bugün, ha yarın diyerek günler geçirir Meryemce ananın yanında. Ömer de “kokusuna kurban olduğum insanoğlu”ndan biridir. Kendisi için çok kolay olan Meryemce’yi öldürme eylemini bir türlü gerçekleştiremez. Meryemce’yi öldürmeye eli varmaz, öte yandan bu eylemi gerçekleştirmezse evlenemeyecek, bir ev bark sahibi olamayacaktır. Bocalamalar içinde, her şeye karşın öldürme eylemini yapmaz, yapamaz.
*
Dağın Öte Yüzü üçlemesindeki olay kişilerinden birkaçı bağlamında bile Yaşar Kemal’in insana bakışının ne olduğunu açık seçik görürüz.
Gerek Çukurova’ya özgü feodal ilişkilerden, gerek toprak kavgalarından kaynaklanan olaylardan.. Akçasazın Ağaları’nı (Demirciler Çarşısı Cinayeti’yle Yusufçuk Yusuf’u) düşünelim. Oradaki ağalar, beyler, hatta İnce Memed’in Abdi Ağa’sı bile -bunlardan her biri en kötü işleri de yapan insan olmakla birlikte- bir yanlarıyla kokusuna kurban olunacak İNSAN’lardır. Sürtüşmeler, vurmalar, öldürmeler, haksızlıklar… Bütün bunlara karşın örneğin Akçasazın Ağaları nasıl bir tümceyle başlar biter, bilirsiniz:
“O güzel insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.”
Bu bakımdan diyebiliriz ki Yaşar Kemal’de ‘insana nefret’ benzeri bir duygu yoktur. Daha doğru bir söyleyişle, Yaşar Kemal’in hiçbir olay kişisinin gırtlağını sıkmak gibi bir kızgınlık duygusuna kapılmaz okuyucu. Ne Ali Safa’lara, ne muhtar Sefer’lere, ne geriliğin tutsağı olmuş insanlara… Neden? Çünkü başta Meryemce olmak üzere Yaşar Kemal’in bütün olay kişileri aslında birer Yaşar Kemal’dir de ondan… “Kokusuna kurban olduğum insanoğlu.” diyen, Meryemce’den önce Yaşar Kemal’dir de ondan…
Ali Ozanemre.
1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün
Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat
öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ali Ozanemre bir halkbilim araştırıcısı ve pek çok kitapları vardır.