Yazarlar-Konular

ADANA GÜZEL YAŞAMA ADANA!

Gökhan Çağlayan

Çukurova’m/ kundağımız, kefen bezimiz./ Kanı esmer, yüzü ak./

Sıcağında sabır taşları çatlar,/ çatlamaz ırgadın yüreği./ Dilerse buluttan ak,/

köpükten yumuşak verir pamuğu…

Ahmet Arif

Adana bütün o tiksinçleştirmecilerin ellerinden çok çekti, şimdi bile

çok çekiyor. Doğrusu, bütün ülke, yaşam öldürmecilerinin

elegeçirmesi ya da salgını altındayken Adana’nın o bozup kirleterek

yok etme çılgınlığından, daha doğrusu, zırdeliliğinden üleşini

almaması olanaklı, olası değildi. Ancak, yel kayadan ne koparır!

Demek özü sağlam bulunan bir kişi nite kendisini bütün olumsuz

etkilere karşı korumayı pekiyi bilirse, Adana – bir yerleşek olarak –

kendisini olumsuz etmenlerden korumayı – en azından özce –

başararak asal artamları olan iyicilliği, ulugönüllülüğü, verimliliği,

yaratıcılığı, yiğitliği kendi yapısında barındırmayı sürdürmüştür.

Buysa Adana’nın özünde içkin bulunan olumlu erkenin ya da “erdirici

töz”ün daha yitmemiş olduğunu, dahası, kolay kolay yitmeyeceğini

tanıtlar. Nitekim kurulmasından bu yana geçen nice yüzyıl içinde

Adana, birçok darboğazdan geçmiş olmasına, giderek şu son dönemde

özü bakımından büsbütün yok edilme çekincesi altında bulunmasına

karşın – birtakım güzellikleri kendi onat yapısına katarak – ayakta

kalmayı, dahası, bundan sonra görülecek sürevler için umutsuzlara

umut ışıkları yakmayı ya da umut kapısı olmayı başardı, başarıyor.

Yazık ki, bu arada birçok değer, güzellik, varsıllık yitiklere karışı-

karışıverdi. Örneğin ben çocukken Adana’da sıkça görülen gezici

atımcılar, biciciler, kalaycılar, başlarının üstlerinde taşıdıkları kat kat

simitleriyle kavruk simitçiler, kendilerine “seleci” diyen, değiştokuş

yoluyla iş gören Elekçi kadınları ile çocukluğumuzun yaz bitimi

2

gecelerini handiyse gizemli kılarak Adana yollarında dolaşaduran

antepfıstığı satıcıları geçmişçeye karıştılar. Daha, çok daha önemlisi

birtakım değerler, demek tinsel değerler niceleri için şimdi yitik mi

yitik bulunuyor: İyicillik ile yardımseverlik Adanalıların ortak

artamlarıydı. Öyle ki, Adanalı, “düşen”in gönüldeşi olurdu. Oysa

şimdi kimi ayralar dışında, şu at izinin it izine karıştığı kim kime, dum

duma ortamında “Düşene bir tekme atıp geçiver.” ile – daha kötüsü –

“Düşüren sen ol.” yaklaşımları Adana’da da geçer kılınmış bulunuyor.

(İlginç takma adları bulunan, yaşlıların şimdi bile özlemle, üzünçle

anı[msı]yor oldukları “eski Adana kabadayıları” kaba olmalarına

kabaymışlar. Gelgelelim iyilere yan gözle bakmazlarmış; kıygınları

görüp gözetirler, kötülere karşı kendi yoldamlarınca savaşım verirler,

böylece gerçekten yiğitlik gösterip – bir bakıma – kendi

yerleşimliklerinin gönüllü bekçileri ya da kollukçuları olarak kişilik

ödevlerini yerine getirirlermiş. Şimdi onların imleri timleri

bulunmuyor. Ancak, “yiğitlik” kalımlıdır; bundan ötürü, başka başka

biçimlerde varlığını sürdürügidecektir.)

Kısacası, Adana’ya özgü birçok değer kirli mi kirli çıkarlar uğrunda

yok ediliverdi. Gene de, demek yozlaştırmacılık ne denli etkili olursa

olsun, onlar, demek bu katışıksız alçak düzenini kurmuş, koruyup

savunarak kurtarmaya çalışanlar kişiliğin özünde bulunan güzelim

tözü de, Adana’da içkin olan yaşam erkesini de büsbütün yok

edemeyecektir. (Doğrusu, o töz, yaşam erkesi hepten yok edilirse

yaşamdan geriye hiçbir nen kal[a]maz.)

Doğallıkla Adana hep şimdiki durumunda, demek bu aşırı kötü

durumda bulunmuyordu. Bu topraklarda nice uygarlık kuruldu; bu

ülkeden budunsal birçok topluluk gelip geçti, burada birçok generk

buyruğunu yürüttü. Doğrusu, kişilerin bu denli verimli bir ovayı

ıpıssız bırakmaları son-kerte saçma bir nen olurdu. Nitekim eski

Adana’daki Tepebağ Höyüğü o uygarlıkların katman katman

oluşturduğu bir yüksekliktir. Hurrilerin yerleşmelerinden sonra geç

Etiler Adana’yı bir yerleşek olarak kurmuşlarsa da burada onlardan

3

çok önce, demek geçmişçeöncesinde birtakım kişi toplulukları

yerleşip yaşamış. Buysa binyılları kapsayan bir geçmişçenin varlığını

göstermektedir. Bu denli eski bir yerleşim yeri, ekin bakımından

kuşkusuz alabildiğine varsıl olur. Son dönemde bu varsıllık Amerikalı

yayılmacılığının, döküntü Suriyeli göçmenlerin, bütün ülkede estirilen

Arapçılık, kutçacılık ile Osmanlıcılık yellerinin… yozlaştırıcı

etkileriyle büyük ölçüde giderildi. (1) Ancak, Adana’ya özgü ekin

varsıllığı kendisini – eski görkemiyle olmasa da – şimdi bile

gösteriyor. Bundan ötürü, Adana bütün uz dallarındaki yaratıcılar,

özellikle yazıncılar için gene bir “esin kaynağı” ile “yarattıran”

durumunda bulunuyor. Böylece şu bitek mi bitek topraklar uzcuların

yaratıcılığını besleyerek yaşamı doğruluk, güzellik ile iyilik yolunda

değiştirip dönüştürmeleri için gereksindikleri gücü onlara

vermektedir.

Yukarıda sözünü ettiğim “olumsuzlaş(tır)ma süreci” işleyegiderken

Adana ağzına özgü sözvarlığının birçok öğesi kullanılmaz oldu. Öyle

ki, bugünkü Adanalıların çoğu o sözvarlığındaki sözcüklerin,

atasözlerinin, deyimlerin, söylengelerin, ilençlerin… çoğunu hiç mi

hiç bilmediğinden – düzce, kesinlikle – kullanamıyor. (Örneğin

yayınbalığının yöresel eşanlamlıları olan “gelebicin” ile “sekizbıyık”

sözcüklerini – Adanalı olduğunuzu varsaydığım okurum – siz

kendiniz biliyor musunuz? Biliyorsanız çevrenizdeki on kişiye

gelebicinin anlamını sorarak ufak bir sormaca yaparsanız çoğunun bu

sözcüğü bilmediğini görürsünüz. Üstelik Adana ağzında ağzı büyük

ya da geniş olan anlamındaki “gelebicin-ağızlı” kullanımı vardır.).

Yığın iletkesinin çoğaldıkça çoğalan etki gücünden de kaynaklanan bu

acı yitim ülkemizdeki öbür ağızlar için de söz konusu edilebilir.

(Ancak, buna karşıt bir değişim olarak, gene yığın iletkesinin

etkisinden dolayı, örneğin Adana ağzına özgü bir korku ile şaşkınlık

ünlemi olan “abo”, Adana dışında da kullanılır olmuştur.)

Üstüne üstlük “Adanalı kaba sabadır, sövüp sayar, giderek

saldırganlık gösterir.” biçimindeki yapyanlış “Adanalı imgesi” Adana

4

dışında enikonu yaygınlaşıp birçoklarının anlarına kök saldı. Dahası,

Adana’yı et yemeklerine indirgeyip içkiciliği Adanalı olmanın bir

gereğiymiş gibi göstermeye çalışma saçmalığı, Adana’yı başkalarına

sözümona tanıtmaya çabalayan Adanalıların arasında bile geçer akça

durumuna geldi. En kötüsüyse Adana adının Adanalı olmayanlar için

– önce – suç işleyeduran kimseleri çağrıştırmasıdır. (Doğallıkla bu

olumsuzlukların Adana’da ya da Adanalılarda hiç bulunmadığını ileri

sürmüyorum. Gelgelelim genellemecilik bu durumda da yanlış

sonuçlar doğurmuştur: Adanalı olmanın asal niteliği bambaşkadır.

Doğrusu, eskiden Adana’da et ile içki tüketimleri de, sövme de, katılık

gösterme de bütünüyle ayrımlı bir yoldamda gerçekleştirilirdi. [Ben

bunların hepsine hepten karşıyımdır; o ayrı.])

Arada bir dışarıda bir iş için bulunuyorken ya da gezintiye

çıkmışken, örneğin genç bir kızın arkadaşına çok doğal bir biçimde

“Oraya gidek.” dediğini ya da bir kadının, diyelim, “kırk”

sözcüğündeki k’leri hırıltılı bir biçimde seslettiğini, giderek başka bir

kadının – tatlı bir biçimde, yoksa yavuzca değil – bir sövgü

savuruverdiğini işitince, Adanalıların sıcak kalıkdüzenin etkisiyle

soğuk ülkelerdeki kimselerden çok daha devinimli, dirimli olduklarını

(2) görünce varolmayan bıyığımın altından gülerek o kıpıda öpöz

yurdumda, demek Adana’da bulunduğumu; bütün o tiksinçliklere,

yozlaştırmalara karşın yaşam erkesinin burada gürül gürül aktığını,

dahası, yaşamın – çoğu kişinin ayrımında bulunmadığı – başka bir

damarda, neredeyse seçeneksel bir varoluş kipinde akagittiğini

düşünürüm. Bütün eski yerleşeklerde karşılaşılabilecek bu olgu bir

umut ışığı, kapısı olarak da görülebilir. Başka bir deyişle, genelde eski

yerleşeklerin hepsinin, özelde Adana’nın tinsel varlıklarının

bulunduğu söylenebilir. Eski yerleşekler – hani yok mu! – bu tinsel

varlıklarla ayakta kalıyor gibidir.

Eskiden, demek ben çocukken, ergenken, gençliğimin başlangıcında

Adana’da Akdeniz kalıkdüzeni buyruğunu yürütürdü. Demek kışı,

ilkyazı, yazı, güzü ayrı ayrı yaşardık. Kışın aşırı değilse de üşürdük,

5

ilkyaz doğal bir tansıkmış gibi yaşanırdı, yaz sarı sıcağın süremiydi;

güzse gönül-üzücü olduğu gibi, yakıp kavuran sıcaktan sonra bizi

serinleterek erinçlendirirdi. Üstelik güzün, kışın, ilkyazın bol bol

yağmur yağardı; arada bir dolu yağardı; bir kezinde kar bile yağmıştı.

Yazık ki, yuvarsal ısınma yüzünden süremlerin kendileri yitip gitti, bir

adları kaldı! Şimdi – gerçekte soğuğu sevmememe karşın – bizi

üşütmüş olan o kışları bile özlüyorum. Dahası, gerçek bir yaz

gözümde tütüyor. Gerçekte onlardan çok, o sürevler içinde

bulunduğumuz “gönül birliği”ne dayalı birlikteliği, demek o bark

dayanışmasını, yardımlaşmasını, giderek sev(g)inin yarattığı yuva

sıcaklığını özlüyorum. Biliyorum, başka yerlerde de bu yitimler

yaşandı. Gelgelelim kişinin doğup büyüdüğü, yıllar yılı üstünde

yaşadığı ülke yitimlere de kendisine özgü damgasını vurur. Böylece

örneğin yeterince yaşlı bir Adanalı için ilkyaz birtakım yemiş

ağaçlarının burcularını çağrıştırabilirken yaz – sarı sıcağın

kavurganlığına karşın – çoktan, hepten yit(iril)miş güzelliklerin

süremi olup çıkabilir.

Geçen onyıllar içinde Adana da aşırı büyüyüp kalabalıklaştı: Kuzey

Adana kırla karışık bir tarım alanıyken çarpık çurpuk yapılaşmadan

ötürü, gömüt taşları çokkatlı yapılar olan bir gömütlüğe

dönüştürülüverdi. (Şimdi Kurttepe’de değil kurt bulmak, ulu bir ağaç

bulamayabilirsiniz; deve göçlerine tanıklık etmiş Mahfesığmaz,

usasığmaz bir bozulmuşluğun çarpıcı bir örneği sayılır.). Büğetlerle,

düzenleyicilerle, geçilerle doğal akışı büsbütün bozulmuş olan

Seyhan’ın suları şimdi kirli mi kirli bulunuyor. Adana’nın eski yazlık

yeri olan Reşatbey Bölüğü’ndeki o eski evlerin birkaçı dışında hepsi

yok edildi. Çoğu İngilizce adlar taşıyan buluşmaevleri ile öbür kötülük

yuvaları, Adana’yı dahi kötücül bir urmuş gibi tezce bürüdü. Eski

Adana’daki bellibaşlı geçmişçel yapılar onarılarak koruma altına

alınmış bulunsa da orada dolaşırken daha onarılmamış, yıkıldı

yıkılacak eski Adana konaklarına yüreğiniz cız ederek

düşgelebilirsiniz. Önceleri ırmak kıyısında sıkça gördüğüm ibibikler,

6

saka sürüleri, yalıçapkınları, yelveler usulca yokluğa karıştı; börtü

böceğin, sürüngenlerin, öbür kuş türlerininse ancak yeterince

uyarlanabilir olanları yaşayakaldı. Yerleşekiçindeki ağaçlar, toprak

alanlarsa azar azar, gelgelelim alabildiğine alçakça yok edilmekte.

Bütün bunlardan ötürü, uzaktan ya da yukarıdan bakarsanız

Adana’nın güzelsiz mi güzelsiz yapılarla örtülmüş, hiçbir özgünlüğü

bulunmayan, hepten bitik, yitik bir yerleşek olduğunu sanabilirsiniz;

dahası, dışarıdaki bütün o kalabalar size Adana’da yalnızca kötücül,

tiksinç varlıksı sürülerinin var bulunduğunu düşündürebilir. Oysa o

sanı da, o düşünce de büsbütün doğru değildir, sayılamaz. Şundan

dolayı..: Gerçeğin de, gerçekliğin de bin-bir yüzü vardır. Önem

taşıyan dosdoğru bakıp bütün gerçekleri olduğu gibi görmeyi

bilmektir. Demek doğru düzgün bakıp görmeyi bilirseniz Adana’nın

olumsuzluklardan oluşma bulunmadığını, Adanalıların hepsinin

yaman olmadığını kavramada güçlük çekmezsiniz.

Yanlış anlamaya yer yok!: Ereğim Adana’yı gerçeğe-aykırı bir

biçimde övme değildi(r). Nitekim Adana’nın varolan durumuna ilişkin

türlü olumsuzlukları dile getirerek bir-tür yergide bulunduğum bile

söylenebilir. Ben alabildiğine yercil, yurtsever bir kişiyimdir; o ayrı.

Üstelik kişi kendi yerleşeğini de, ilini de, ülkesini de sevmelidir. (3)

Ancak, bu, eleştirel-yergisel bir yaklaşımla kendi yaşama ortamımıza,

yurdumuza yönelik birtakım açımlamalarda ya da irdelemelerde

bulunmamıza engel değildir. Tersine, gerçek yurtseverlik yurttaki

bütün sorunları görüp göstermeyi, dahası, çözmeye çalışarak çözmeyi

gerektirir. Yoksa yurtseverlik de bir “bağnazlık”, biçimcilik durumuna

geliverir.

Ben yalnızca Adanalı bir yazıncı olarak, Adana’da içkin

bulunduğuna inandığım, dahası, bunu pekiyi bildiğim o tükenmez

olumlu erkeyi ya da kendi kendisini yarataduran yahşi dirimi

anlatmaya çalışıyorum. Bunun dışında, varolan bütün sorunların kötü

durumda ayrımındayım; dahası, o sorunların çözülmesi için kendimce

7

savaşım vermekteyim. Doğrusu, bu deneme de verdiğim o savaşımın

belirimlerinden ya da görünüşlerinden biridir. Ancak, söz konusu

sorunların Adana’ya özgü olmadığını, sayılamayacağını, demek bütün

ülkenin, giderek yeryüzünün çok kalabalık yerleşeklerinin hepsinde şu

ya da bu biçimde görüldüğünü önemle belirtmeliyim. Dahası, bu

konulukta yapılan o büyük yanlışın, demek “kaçarak kurtulmaya

çabalama yanlışı”nın kişiyi kurtar(a)mayacağını, şundan ötürü..:

kaçılan yerde başka ya da özdeş sorunlarla karşılaşılacağını ya da

oranın da sorunlu mu sorunlu bir yer durumuna düşürüleceğini,

gerçekte bütün sorunların kaynağının ya da kökeninin “yaşam

bilgisizliği”nden ileri gelen sev(g)isizlik olduğunu, o bilgisizlikle,

sev(g)isizlikle nereye gidilirse gidilsin, nerede bulunulursa bulunulsun

yağızyere düşüverileceğini ya da çok geçmeden gene yağızyerin

yaratılacağını söylemeliyim. (Kaçarak kurtulabileceği yanılgısına

düşen kişi – gerçekte – “kurtuluş”tan kaçmaya başlar. Böylece o

“karayıkımsal kısırdöngü” ortaya gelir. Ondan kurtulmaysa pek

güçtür. Bu böyle biline.)

Ah, çocukluğum buralarda geçtiydi! (Çocukluk arkadaşlarım şimdi

nerelerde bulunuyorlar?! Bir ben mi kaldım!? Çocukluk da öldürüldü

ha! Ne yazık! Ancak, benim gönlümdeki çocukluk bengidir. Dahası,

gönülleri bir olanlar bir gün bir yerde gene buluşurlar.). Bütün bu

yolların, kaldırımların, yapıların, ağaçların… benim için nice anısı

vardır. Böylece yerleşeğimiz andaçlaştı, ben andaçlaştım,

yaşamlarımız birer andaç durumuna geldi. Andaçlarıysa titizlikle

korumak gerekir. He, Adana şimdiye değin pek çok kötülük gördü,

şimdi bile pek çok kötülük görüyor. Gelgelelim bu aşırı kötüye gitme

süreci işleyegiderse yalnızca Adana’daki yaşam değil, ülkemizdeki,

giderek bütün yeryüzündeki yaşam büsbütün yok olacaktır. Şundan

ötürü..: Yaşam bu denli çok “öldürücü etmen”in varlığını daha çok

kaldıramaz. Demek bütün bu olumsuzlukların varlığı – düzce,

kesinlikle – sürdürülebilir değildir. Bundan dolayı, değme kişi,

8

kendisine düşenleri yapıp yapmaması gerekenleri yapmama

baskısındadır.

Adana’nın eski yerel yönetim (4) başkanlarından Bağatur’un

söylediği söz, demek Adana’nın en büyük sorununun Adanalıların

Adana’nın sorunlarını çözmeye çalışmamaları olduğu dosdoğrudur.

(Dahası, bu söz bütün ülke için söylenebilir, söylenmelidir.).

İnönü’nün o ünlü sözü de doğrudur: Bu ülkede yüzleri ak olanlar

yüzleri kara bulunanlar denli korkusuz olmadıkça “kalkınma”

gerçekleşemez. Bütün güzellikler birer ikişer yok edilir, yaşam bütün

yeryüzünde hızla öldürülürken, hiçbir umarın, umut ışığının, kapısının

bulunmadığını düşünüp yeter diyerek savaşım vermeyi bırakma pek

kolaydır. Doğrusu, bizden önce gelenler umarsızlık sanısına kapılıp

umutsuzluğa düşerek doğru yolda uğraşmayı bıraktıkları için biz şimdi

bu apacı durumda bulunuyoruz. Geçmişçe kendisinden öğrence

alınmadıkça gitgide daha kötü biçimlerde yinelenecektir. Doğallıkla

hepimiz şu karayıkım ortamında hepten yaşamsız kalarak büsbütün

yok olasıya… Gelgelelim yaşam daha ölmedi. Üstelik yaşam varsa

umut vardır. Biz iyilereyse güçlüğü görünce savaşımı bırakıverme

yaramaz da, yaraşmaz da.

Öyleyse, başlıkta söylediğimi buracıkta gene söyleyeyim. Ondan

önceyse bütün yanlışçılara en ağır ilençleri yağdırı-yağdırıvereyim:

Kötüler sıkarlarını bula, iyiler erince kavuşalar, demek şu karabasan

bir kıpı önce sonlana! Bilen bilir: Suboğumu gider, kum kalır; kişi

ettiğini bulur. Biz doğru olursak eğriler kuşkusuz sıkarlarını bulur.

Ancak, yaşam – kendisini kimsecik kollamazsa – göz göre göre

tümden yiter. Gene de, iyilik kötülükten güçlüdür, sonunda kötülüğü

alt eder. İşte, yazarak haykırıyorum olanca umudumla bir daha: Adana

– bütün yavuzluklarından ötürü yavuzlardan öç alınıyormuşçasına –

güpgüzel yaşama adana! Böylece kurtulmaları gerekenler kurtulalar,

batması gereken kötücül, tiksinç varlıksılar bata da yaşam güzel

günler gör(ebil)memiz için baştan başlaya!

9

Dipsözler:

1. Bu gidermeden çok önceyse Adana’da Türklerden çok daha eski

olan, çeşitli bakımlardan varlık gösteregelen Ermeniler, gene

yayılmacıların oyununa gelerek başlattıkları ayaklanma sonucu kendi

ülkelerinden acıklı bir biçimde sürülmüşlerdi ya da göçme baskısında

kalmışlardı; bir bölümüyse o vurtut ortamında pisi pisine kırılmıştı.

Onlardan geriye yalnızca birtakım yapılar, örenler kaldı. (Bir de,

ökümün sık sık kullandığı, “istenmeyen, kötü nen” anlamındaki

zıknabut ile “obur, pisboğaz” demek olan abahort sözcükleri ib. vardı.

Gelgelelim onları kullanan kalmadı sayılır. Bu, Türkçe bakımından

olumlu bir değişme sayılsa da benim ister istemez gönül-üzücü

bulduğum bir yitimdir.). Oysa Ermeniler şimdi bile Adana’da

eğleşiyor olsalardı Adana’nın ekin varsıllığına kuşkusuz çok büyük

katkılarda bulunacaklardı.

2. Yalnız burada başağı, sapı karıştırmamalıdır: Bu devinimlilik,

dirimlilik bağırgan ya da yaygaracı olmayı, dahası, aşırı hızlı

bulunmayı gerektirmez. Bağırganlık ya da yaygaracılık değme yerde,

hep olumsuz bulunuyor olan bir yaşam bilgisizliği göstergesidir; aşırı

hızlılıksa başakçacılığın yarattığı sıçan yarışçılığının isterlerinden

biridir. Demek Adana’ya, daha doğrusu. sıcak ülkelere özgü

sayılabilecek devinimlilik, dirimlilik istenesi niteliklerdir. Oysa aşırı

hızlı, bağırgan/yaygaracı kişiler (!?) yaşamın öldürülmesi için

çabalayan duymaz, düşünmez kimselerdir. O denli çok!

3. Bir çöl göçebesi için yeryüzündeki en güzel yer – kuşkuya yer

yok! – kendi yurdu olan o çöldür, öyle olmalıdır da. (Doğal

durumundaki bir çöl kişilere gönence sağla[ya]maz. Gelgelelim

kendisine öze birtakım güzellikleri barındırır. Bu güzelliklerse çölün

kendi öyküsünü, yırını, demek anlatısını yaratır.). Gerçekte yerleri

birer yurt kılan nenler bütün o “yaşanmışlıklar”dır; dahası, birliktelik

ile değginlik duyguları bir yeri kimileri için gerçekten bir ülke

durumuna getirir. O duyguları besleyebilmek içinse en azından

bellibaşlı tinsel değerleri tanıyıp benimsemiş olmak gerektir. Oysa

başakçacılığın ortaya getirdiği yozlaşma ile/ya da yozluk ortamında

tinsel değerler hızla yok edilmektedir. Bundan ötürü, başakçacı

düzende soysuzluk yaygınlaştıkça yaygınlaşır. Soysuz bir kimsenin

10

yurtsever olması beklenemez. Büsbütün tinsizleşmiş birininse tinsel

değerlerinin hiç mi hiç bulunmayacağı apaçıktır. Böylece ülkeyi

topluca batırıp bitirme son-kerte olağan bir ağır suç durumuna

getirilir. Bu suçun karşılıksız kaldığı, kalacağı sanılabilir. Oysa ülkeyi

batırıp bitirenlerin kendileri ülkede ilkin, en acı biçimde batıp bitecek

olanlardır. Demek “ozanca tüze”, kendisini bu topludurumda da

göstermektedir. Başka bir deyişle, doğanın ya da evrenin kötülerden

çeşitli öç alma yolları vardır: Yaşam kendisinden aparılmış olanları

kesenkes geri alacaktır!

4. Şimdi yerel yönetim sayılıyor olan kurum ya da örgüt gerçekte

yerel batırım-bitirimdir. Bundan ötürü, Adana’nın sorunları

çözülmemektedir, gitgide daha ağır duruma gelerek eskisiz sorunlar

ortaya çıkmaktadır. Sözde seçimden sözde seçime, demek dört-beş

yılda bir sözümona anımsanarak sözverilere boğulan Adanalılarsa –

özlerinde kıygın olsalar da – bu aşırı kötüye gitmeye karşı

koymazlarsa “kıyıcı” durumuna düşeceklerini bilmelilerdir. Şundan

dolayı..: Bu gemi hepimizin gemisidir; kurtarmaya çalışan olmazsa,

batırmaya çabalayan pek çok bulunursa çok geçmeden bütün

yolcularıyla o kapkaranlık denizin dibine batacaktır. (Bu söylediğim

bütün ülke için de geçerdir.)

2024 İlkgüzü

Seyhan

(İletişim için..: yedigir@hotmail.com)

1976’da, Adana’da doğdum. İlkokulu, ortaokulu, ortaüstokulu özdeş

yerleşekte bitirdim. Çukurova Üstokulu Tutumsal, Yönetsel Bilimler

Kolu İşletme Bölümünün 1998 çıkışlısıyım. 1999’da, Amasya’da

“kısa dönem eğitim çavuşu” olarak görev yaptım. 2015’te başladığım

Anadolu Üstokulu Açıköğretim Bilimliği Türk Dili ile Yazını

Bölümünü 2019’da bitirdim. (Şimdi Türk dili ile yazını alanında

üstyetkinlik öğrenimi görmek üzere başvurmuş bulunuyorum.).

Adana’da yaşamaktayım. Amasya’dan Adana’ya döndükten sonra

bana akça kazandıracak uygun bir iş bulamadım. (Şimdi evde

çevirmenlik yaparak ya da ona benzeyen bir iş görerek geçimimi

sağlamak üzere bir arayış içinde bulunuyorum.). Gelgelelim bana göre

“yaşama”, bizim tek işimizdir; dahası, ben çalışkan, iyilikçi bir

kişiyimdir, demek boş durmam, yalnızca iyilik yaparım. Nitekim

örneğin öteden beri dille, yazınla ilgileniyor; son yıllarda – daha çok –

deneme, kısa öykü ile yır yazıyorum. Yad dilim İngilizce, ökdilim

Türkçe. Dilimden anlaşılacağı üzere, doğru, öz Türkçe yanlısıyım;

dahası, dile en çok özenin gösterilmesi gerektiği kanısındayım.

Okuma-yazmanın yeğleştirici, kıvandırıcı, kimileri içinse sağaltıcı

etkilerinin var olduğunu pekiyi bilmekteyim.

Özengen dilci-yazıncıyım. 2011’den başlayarak Çağdaş Türk

Dili’nde, Türk Dili Dergisi’nde, Türkçesi Varken… ağ bölgesinde,

Yeni Adana gün yazısında, Kibele Kültürü ağ bölgesinde, Güney

dergisinde… yapıtlarım yayımlandı. (Açık öğretimle ilgili bir

yarışmanın okunmacında bir denemem yer aldı.). 2013’te Elde Var

Yalnızlık-adlı öykü okunmacım çıktı. 2015’te Özden Söze adını

taşıyan deneme okunmacım yayımlandı. 2016’da Etyemezlik-adlı

araştırma-inceleme okunmacım basıldı. Gene 2016’da Umut Yaşamın

Öbür Adı adıyla bir anlatı okunmacım çıktı. 2017’de beşinci

okunmacım, ikinci öykü okunmacım olan Yazdan Artakalan

yayımlandı. 2019 Cumba öykü yarışmasında Yağmur Sıcağı-adlı kısa

öykümle “özendirmelik” kazandım. (Söz konusu öykü, o yarışmanın

okunmacında bulunmaktadır.). Okumayı, yazmayı, ayrıca çevirmeyi

sürdürüyorum.

Doğa tutkunuyum. Çevreciyim, yılkıtüketmezim, sıkı bir “güzel

yaşam ülkücüsü”yüm. Araştırmayı, eleştirel, sağlıklı bir biçimde

düşünmeyi, giderek kuram oluşturmayı, gülüntüçizi çizmeyi, ışıkçizi

çekmeyi, öğrenmeyi, yürümeyi, özellikle doğa yürüyüşlerini…

severim. Güzelsiz, kötü, yanlış hiçbir nene yoğum. Demek değerli,

gerekli, önemli, yararlı, dokuncasız biriyim; öyle kalacağım.

Gökhan Çağlayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir