Yazarlar-Konular

PuduHepa

Ahmet Ünal

Bu bölümde yazılı kaynakları ve arkeolojik verileri tarihi yazıcılığı metodunun sınırlarını belirli bir mantık içinde aşırı derecede zorlayarak, günümüzden yaklaşık 3300 sene önce yaşamış bir kişinin portresi yazılabilir mi, yazılırsa nasıl yazılır, ortaya neler çıkar, onu göstermeye çalışacağız; hele bir de bu insanla-burada söz konusu olan bir kadın!-ilgili yazılı kaynaklar eksikse! Soğuk kanlılıkla bakıldığında böyle bir kadına hissi yaklaşmak ve onun gizinleri ve ruh dünyası içine sızmaya çalışmak, tarih biliminin yöntemlerine aykırı düşer. Puduhepa gerçekten albenisi olan çok güzel bir kadın mıydı da Hitit kraliyet sarayında bu kadar etkin olmuştu, yoksa bir Fransız araştırmacının sırf Fraktin kaya kabartmasındaki betimlemeye dayanarak iddia ettiği gibi çirkin birisi miydi?[1]. Kaynakların kıtlığı ve yetersizliği göz önünün de tutulduğunda, onun hem güzel, hem de çirkin olması gayet mümkündür, her ikisinin ortasında, ortalama bir güzelliğe sahip, fakat etkileyici, zeki bir kadın olması da mümkündür. Bu konuda üretilebilecek fantazilere sınır koymak olanaksızdır. Elimizde bunları destekleyici veya yalanlayıcı hiçbir delil yoktur. Dolayısıyla bu tür spekülasyonlara dayanarak antik bir insan tipinin hayali biyografisini yazmak, tarihi romanların işidir.

Kocası Hattušili yanında uzun giysi ve sivri bir serpuşla Puduhepa’yı oturmakta olan Hepat’a içki kurbanı sunarken tasvir eden Fıraktin dışında Puduhepa’nın fiziki özelliklerini görüntüleyen piktografik malzeme sadece Taşçı kabartmasında yer alır ve fiziki özellikler burada da noksandır. Ama bu figürün Puduhepa’ya ait olduğunu gösteren hiçbir ipucu yoktur. Göksu Vadisi’nde Keben yakınlarındaki kabartma ise, yukarıda da birkaç yerde bahsedildiği gibi asla ona ait değildir. İtalya’da bir özel koleksiyonda saklanan mühür baskısında onun resmi varsa da, bu resim onu amorfik bir biçimde, tıpkı Yazılıkaya’daki tanrıçalar gibi sıradan birisi olarak göstermektedir[2].

Şimdiye kadar Puduhepa ile ilgili çeşitli dillerde yazılan çok sayıda araştırma ve monografi[3] onu henüz Antik dünyanın sayılı kadınları arasına sokmayı başaramamıştır[4].

En başta Adana olmak üzere Puduhepa popüler araştırmalarda çok suistimal edildi. Adanalılar onu tıpkı Mısırlılar’ın Kleopatra’ya baktıkları gibi kendi hemşehrileri olarak değerlendirdiler. 2001 yılında bir İngiliz gazetesinin Kleopatra’nın çirkin ve şişman bir kadın olduğunu yazması üzerine tüm Mısır buna isyan etti, milli gururları incinmiş gibi tepkiler gösterdiler. Türkiyeli ve Adanalı kadınlar, ama özellikle feministler, Puduhepa’ya onda belki de kendilerinde olmayan ve bundan ötürü büyük özlemler duydukları her türlü kadın haklarına sahip birisiymiş gibi baktılar. Onun şahsında kadın eşitliğinin doruğuna çıkmış şeklini, en ideal örneğini görmek istediler. Belki de tıpkı kendileri gibi feminizmi yanlış anlayan kocalarına “3500 sene önce bizim hemşehrimiz bir Hitit kraliçesinin sahip olduğu haklar niçin bizde yok?” mesajını vermek istiyorlardı. Bu nostaljik yaklaşıma erkekler de eşlik ediyor, onlar da hanımlarına nasıl her şeyiyle bilinçli, “feminist” bir kadının hasretini çektiklerini haykırırcasına destek veriyor, övgüler, şiirler yazıyorlardı. Gazeteler, daha sikkenin ne olduğu bilinmeyen bu devirle ilgili olarak, Puduhepa’nın sikkelerinin hem de Tepebağ Höyük kazılarında bulunduğunu yazdılar. Dernekler Puduhepa poster ve flamaları bastı ve dağıttı. Daha sonraları doğru bilgilendirmek amacıyla bizim çeşitli kentlerde verdiğimiz konferanslar esas alınarak konu abartılmaya devam edildi, konu neredeyse “galatı meşru” haline getirildi. Bu açıdan bakıldığında sıradan antik bir kadının Türk toplumunda hangi kılıklara sokulabildiği, nasıl değerlendirildiğinin incelenmesi herhalde çok çarpıcı ve ilginç sosyolojik ve psikolojik sonuçlar doğurabilir. Tabii en başta tüm bunların, insanların kendini geçmişte bulamamaktan, kimlik bulma krizinden ve tarih ve arkeolojiyi entellektüel bir uğraşı olarak kabul etmekten kaynaklandığı anlaşılır. Tarafsız tarihçinin böyle tarafgir ve şövanist tarih saptırmalarına tepki göstermesi ve olay “galatı meşhur” halini almadan gerçekleri ortaya koyması lazımdır ve biz burada bunu yapacağız.

Puduhepa’nın rolünün ne kadar abartılmış olduğuna örnek olarak başka bir araştırmacının görüşünü aktarabiliriz. Buna göre, “Puduhepa’nın başlattığı kadın eşitliği hareketi, Amazonlar’ın erkekler dünyasına karşı isyan etmeleri sonucunu doğurmuştur[5].

                Elimizde en azından uydurulan bunca şeyin gerçek olmadığını kanıtlayacak kadar yeterli yazılı malzeme bulunan Puduhepa’nın artık bu tür uydurmalar ve töhmetlerden kurtarılması günümüzde artık bir zaruret ve boyun borcu haline gelmiştir. Bir defa unutmamak gerekir ki, modern feminist hareketlerde bu kraliçenin yazılı eserlerinde “écriture feminine” denebilecek edebi özelliklerin asla mevcut olmadığı da göz ardı edilmiştir. Onunla ilgili yazılı belgelerin hepsi de resmi belgelerdir, onun özel yaşamıyla ilgili hiçbir kayıt yoktur ve bu olmadan bir kraliçenin portresi yazılamaz.

Beyi III. Hattušili’nin ölümünden sonra da üvey oğlu IV.Tuthaliya devrinde anakraliçelik görevini üstlenen Kraliçe Puduhepa, kuşkusuz eskiçağların yetiştirdiği en büyük olmasa bile, en ilginç simalardan biridir. Ama çoğu modern insanın onun şahsında görmek istediği özelliklerin pek çoğuna asla sahip değildir. Evet tarihe pragmatik açıdan yaklaşmak da maalesef öteden beri pek yaygındır; ama bu pragmatizm asla ve asla tümüyle tahrif edilmiş tarihi kurguların üzerinde yükselemez!

Eski Anadolu, Yakındoğu ve tüm Akdeniz dünyasında Hintavrupalı ve Semitik kavimler gelinceye kadar anaerkil aile yapısı hakimdi[6]. Anaerkillik (matriarchality) burada klasik tarife göre değil, genel anlamda ele alınmıştır. Peşinen belirtelim, ne Hattiler’de, ne Hurriler’de, ne de Hititler’de standart anlamda bir anaerkillik (matrilineal) yoktur. Keza anaerkillikte, kocanın aile içinde yeri yoktur. İdarede söz sahibi, kadının erkek kardeşidir. Erkeğin oğlu, babasını takiben kral olamaz. Ancak kocanın kız kardeşinin oğlu kral adayı olabilir. Jeneolojide erkek babasının değil, annesinin ismine yer verir. Dayı, yani annenin erkek kardeşi, önemli rol oynar; dayının yerine yeğen geçebilir[7]. Görülüyor ki, sadece Puduhepa’da değil, tüm eski Anadolu toplum yapısında matriarchalliğin yeri asla yoktur. Annenin adının edilmediği bir toplumda, anaerkillikten söz etmek tam anlamıyla anakroniktir! Eğer Puduhepa Hattusili’yi eş olarak alıp memleketi Lawzantiya’ya götürse ve orada kral yapsaydı gerçek bir anaerkil olabilirdi. Tabii günümüzde kadın-erkek ilişkileri gibi çok yaygın bir konuya feminizm ve kadın hakları açısından bakıldığı için, konuyu tarihi oluşumu ve gelişimi çerçevesinde objektif olarak değerlendirmek mümkün olmamakta, sanki anaerkeil toplumlar daha gelişmiş, daha uygar ve çağdaş imişler gibi algılanmaktadır. Bu ne derece doğrudur, bilinmez. Ama bunun aleyhinde bazı deliller vardır. Keza anaerkilliğin alabildiğine hüküm sürdüğü bazı toplumlarda, mesela kadınların birden fazla erkekle evlenmesine olanak veren bazı Afrika toplumlarında geri kalmışlık en hat safhadadır. Diğer taraftan, Hintavrupa taraftarı araştırmacıların ellerinde de en az kadın hakları savunucularınınkiler kadar olumlu ip uçları vardır ve onlar da tıpkı “feminist” kadın kahramanlar kadar patriach, komutan, kral, asker, savaşkan, çok iyi ata binmesini bilen, hünerli idareci vs. gibi erkek kahramanlarını övmekle bitireremezler. Tabii bunlar sayılırken, bir nevi İndogermenler’in savunmaları yapıldığı ve anaerkeil toplumlar karşısında onların kaybettikleri puanları geri kazandırma gibi eğilimler olduğu gözlenmektedir[8]. Hatta bir adım daha ileri gidilerek anaerkil aile yapısında mutlak erkek hakimiyetinin karşıtı görülmek istenmiş ve buna da paradoks bir şekilde “gynaikokratie” (mutlak kadın hakimiyeti) adı verilmişti[9]. Bunun tipik örneği Anadolu kökenli ve maalesef hala kim oldukları meçhul Amazonlar’da görülebilir. Kadının mutlak surette eşit haklara sahip olduğu bu toplumlardaki sosyolojik yapı Hititler, Hintliler, İrani kavimler, Grekler, Latinler ve Sami kavimler bölgeye göçüp askeri ve siyasi otorite kurunca alt üst oldu. Ancak özelliklerini, örf ve adetlerini koruyabilmiş tutucu yerli toplumlarda sınırlı da olsa varlığını devam ettirebildi. Bu toplumlardan birisi de, Puduhepa’nın da mensubu bulunduğu Hurriler, diğeri de Hattiler idiler. Bu her iki kavim de yeni gelen Hititler’i her türlü kültürel alanda alabildiğine etkilediler. Belirtmeliyiz ki, Hititler hiçbir zaman askeri üstünlük kuruntusuna kapılarak ve mağlubu küçük görerek onun örf ve adetlerini ve kültürel meziyetlerini de mağlup saymak gibi bir davranış sergilemediler. Bu davranışın değerini anlayabilmek için onlarla akraba diğer kavimlere, en başta Grekler’e ve Romalılar’a ibret verici bir açıdan şöyle bir bakmak lazımdır. Puduhepa’dan yaklaşık 600 sene sonra çıplak atletleri seyreden Hellen kadınları ölümle cezalandırılırdı; gene 1000 sene sonra Roma’da kadınların tüm özel ve kamu görevlerinden uzak tutulmuşlardır[10]. Persler’deki erkek hakimiyeti daha da ileri giderek “endogami” uygulamışlardır, yani erkek kız kardeşleri, annesi ve tüm diğer akrabalarıyla evlenebiliyordu. Hititler’de böyle bir durum “incest” sayılıyor ve ölüm dahil en ağır bir şekilde cezalandırılıyordu. Ama Mısır, Karya ve Kanes Kraliçesi efsanesinin gösterdiği gibi Hurriler de dahil erken Anadolu toplumlarında da var olduğu sanılan kardeşler arası evlenmenin kökeni herhalde Hintavupalılar’a özgü değildi, yani Persler bu adeti bir yerlerden öğrenmişlerdi. Grekler’de ise bu adet sadece tanrılarla sınırlı kalmıştı. Burada açıkça görülmektedir ki, Hititler’in Hattiler ve Hurriler’den öğrendiklerini Grekler Minoslular’dan, Romalılar ise Etruskler’den ve ne de Persler Elamlılar’dan öğrenmişlerdir.

Tawananna’nın I.Hattusili devrinde oynadığı rol de aşırı derecede abartılmış ve onun Asmunikal’a gelinceye kadar bir daha anılmaması, gereksiz bir takım yorumlara neden olmuştur. Bir defa Eski Hitit Çağı’nda kralın illa da Tawannna’nın erkek kardeşinin oğlunun olması gerektiği savı yanlıştır, keza bu durum sadece bir defaya mahsus olmak üzere, yani I.Hattusili için geçerli olarak karşımıza çıkar ve bunu bir kaideymiş gibi kabullenmek doğru olmaz.

Daha konuya girerken belirtmeliyiz ki, kadın eşitliğini Hatti’ye taşıyan asla Puduhepa değildir; Puduhepa’ya gelinceye kadar Hitit kraliçeleri uzun bir hazırlık ve oluşum sürecinden geçmişlerdir. Keza o bir kraliçe olarak Hitit sarayına gelmeden önce de Anadolu’da kadının ağırlığını terazi kefesine koyan kraliçe tipleri vardı. Ama bu etki başka yerli bir Anadolu kavmi olan Hattiler’den kaynaklanıyordu. Ayrıca Puduhepa öncesi kraliçeler arasında da Hurri kökenliler vardı. Anakraliçeyi ifade eden sözcük Tawananna bile Hattice kökenliydi. Bir kraliçe olarak sarayda söz sahibi olma ihtirasları, daha ilk kral I.Hattušili devrinde baş göstermekte ve kesintisiz devam etmekteydi. Orta Hitit krallığı devrinde Hatti etkileri yanında Hurri varlığı da kendini hissettirmeye başlamıştı. Defalarca belirttiğimiz gibi bu dönemde en başta Tuthaliya-Nikalmati ve Arnuwanda-Ašmunikal çiftleri olmak üzere krallar ve kraliçeler Hurri kökenliydiler, öz Hurrice isimler taşırlardı. I.Šuppiluliuma’nın eşlerinden birisi de Babil kökenliydi ve bir Kassitli olarak eşitlik, hak savunmada ve Hitit anlayışına ters düşen davranış ve uygulamalarıyla çok yadsınmış ve başına türlü belalar açmıştı. Bu kraliçe Hattusa’ya gelin geldikten sonra muhtemelen Hurrice Malnikal adını almıştı. Bilhassa üvey oğlu II.Muršili devrinde hükümranlık iddiaları çekilmez hale gelmiş ve sonunda saraydan atılmıştır[11].

Puduhepa, Kilikya’nın doğusundaki bir yerlerde aranması gereken kültür ve din açısından Hurri-Kizzuwatna dünyasında en az Kummanni kadar önemli yeri olan Lawazantiya kentinde Babil-Hurri Aşk ve Savaş Tanrıçası Sausga’nın (Ištar) rahipliğini yapan Pentipšarri isimli bir adamın kızıydı. Bir metinden öğrendiğimize göre, tıpkı müstakbel eşi gibi o da bir tanrının hizmetinde, yani Lawazantiya Ištar’ının hizmetinde[12], babasının görevli olduğu tapınakta çalışıyordu. Tüm Hitit kraliçeleri içinde tek “papaz” kızı oydu ve rahip kökenli olmakla övünüyordu. Bu unvanı Taşçı kaya anıtında bile yer almaktadır. Her nedense diğer kraliçelerin kullanageldikleri, alışılagelmiş Tawananna unvanını kullanmıyordu. Bu durumu Urhitešub’un atamış olduğu, Puduhepa’dan başka dini işlerde görev yapan başka bir Tawananna’nın mevcut olduğu şeklinde izah etmek[13], mutlaka yanlıştır. Burada başka bir çözüm yolu da akla gelebilir: Belki de onun Hattice Tawananna dışında kendi şahsi hayatında kullandığı mesela allai “hanım, bayan” gibi Hurrice başkaca unvanlar da vardı ve bunlar metinlere geçmemişti. Puduhepa bununla  belki de Hatti geleneğine karşı çıkıyor ve kendi memleketindeki Hurri geleneklerini devam ettirmek istiyordu O dönemin çağdaş kaynaklarında baba adı yanında anne adını da verme alışkanlığı olmadığından, annesinin kim olduğu hiçbir şekilde bilinmemektedir. Lawazantiya’da kadın haklarının üstünlüğü şundan da anlaşılmaktadır ki, Eski Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda da Luhusattia olarak anılan bu kentte bir kadın beyce hüküm sürmekte idi. Puduhepa adı Hurrice tanrı adı saklayan (teophor) bir isimdir ve içinde Hurri Baştanrıçası Hepat’ın adı saklıdır. Bir fiil olması muhtemel olan birinci unsur pudu– veya wudu-‘nun anlamı ise bilinmemektedir.

Günümüzden yaklaşık 3,5 binyıl önce yaşamış, kendisiyle ilgili ne bir objektif portre, ne de (oto)biyografik kaynak mevcut olan bir insana, hele hele bir kadına hissi yaklaşmak ve onun gizinleri içine ve ruh dünyasına sızmaya çalışmak, tarih biliminin yöntemlerine aykırı düşer.

Puduhepa’nın doğum yeri ve genç kızlık yıllarını geçirdiği Lawazantiya kentinin bugün nerelerde olduğu maalesef bilinmiyor, ama onun Kizzuwatna toprakları içinde ve Kummanni’den uzaklarda olmadığı kesindir, çünkü Kizzuwatna kralı Palliya burada bir takım dini ayinler icra edebilmekteydi[14]. Lawazantiya’nın Kizzuwatna’nın bir parçası olduğu, kendisinin Lawazantiyalı olduğunu bildiğimiz Puduhepa’nın kendisini “Kizzuwatna Ülkesi’nin kızı” olarak da taktim etmesi de açıkca gösterir[15]. Bu kent Kizzuwatna’nın içlerinde değil de, Kummanni ve Kültepe metinlerinin gösterdiği gibi Hurma ile birlikte Kizzuwatna’nın doğu sınırlarına yakın bir yerde aranmalıdır.  İmparatorluğun sonlarına doğru Ugarit kökenli bir mektupta Ugarit alfabe yazısıyla  adı LWSND olarak da yazılan Lawazantiya[16] kesin kes Kizzuwatna’nın oldukça doğusunda, Amanos Dağları’na bakan bir yerlerde olmalıydı. Eski bir geleneğe dayanarak Elbistan yakınlarındaki Karahöyük ile yapılan eşitlemenin elle tututulur sağlam bir dayanağı yoktur[17]. Aynı şekilde Castabala-Bodrum Kalesi ile yapılmak istenen eşitleme ve kenti daha batılarda, Fraktin civarında arama eğilimlerinin de bir tekliften öte değeri yoktur[18]. Lawazantiya kentinin su kaynakları bol bir yerde olması gerektiği de unutulmamalıdır. Gerçekten de bir metinde, Lawazantiya’nın 7 adet pınarından veya kaynağından Fırtına Tanrısı’nın yağlanıp temizlenmesinde kullanılacak mukaddes sular alındığı kayıtlıdır. Mukaddes su alınmadan önce kaynaklara kurban sunulmakta, suyu kullanabilmek için adeta onlardan izin alınmaktadır[19]:

                “O Lawazantiya kentinin yedi pınardan temiz suyu aldı. Temiz sulara geri geldiklerinde, bir kaz(?), yarım ölçek buğday unundan yapılmış bir mulati‑ekmeği, beş yufka ekmeği, biraz zeytinyağı ve bir ölçek şarap alırlar ve bunları temiz sulara sunarlar.”

İlk gün yapılan bu ayinden sonra ertesi gün sabahleyin Fırtına Tanrısı bu arı sularla yıkanır ve temizlenir.

Böyle bir metin okunduğunda, insanın aklına hemen pınar veya kaynakların bol olduğu yukarı Seyhan veya Ceyhan ırmakları, mesela  Saimbeyli-Tufanbeyli arasındaki yolun sağında sarp kayalardan fışkıran tabiat harikası Obruk şelaleleri geliyor (RESIM : Obruk selaleleri). Ama ÇÜ’nden Dr.K.Serdar Girginer’in 2002 ve 2003 yaz aylarında  bu alanda yapmış olduğu surveylerin de gösterdiği gibi yakınlarda Lawazantiya kentine aday olabilecek bir ören yerinin olmaması böyle bir lokalizasyonu imkansız kılıyor.

Kades Savaşı çıktığında III.Hattušili Yukarı Ülke ve Hattuša çevresinin kralı idi; imparatorluk toprakları her ne pahasına olursa olsun gözünü tahta diken bu prensin ihtirasları yüzünden iki kardeş arasında paylaşılmıştı ; Muwatalli’ye Hatti’de huzur ve rahat kalmamıştı. Hattušili’nin kendi ifadesine göre, o sanki hiçbirşey olmamış gibi kardeşi II.Muwatalli’ye yardım etmek için çoğu yerli Anadolulu Kaskalılar’dan oluşan kendi emrindeki kolordusuyla Kades Savaşı’na katılmıştı. Bunu mutlaka kardeşini sevdiği için değil, kendi çıkarları doğrultusunda yapmıştı. Keza iki kardeş birbirleriyle hiç de iyi geçinemiyorlardı ve bundan dolayı savaş sonrası her ikisi de ayrı ayrı yollardan memleketlerine döndüler; Hattušili eyaletinin başkenti Hakpiş’e, Muwatalli ise Konya Ovası’ndaki Tarhundašša’ya gidecekti ve zaten yolları da İslahiye Ovası’nda bir yerlerde ayrılıyordu[20]. Muwatalli Amanoslar’ı aşmış, Çukurova’nın içinden geçerek Sirkeli üzerinden yenice taşınmış olduğu başkenti Tarhundašša’ya dönerken, belki de Kadeš Savaşı’nda almış olduğu yaralar sonucu yolda ölmüştü. Hattušili biraz daha doğudan, Apa ve Lawazantiya kenti üzerinden Hakpis’e doğru yola çıkmıştı. İhtiraslarla dolu gönlünde ve sinsi kafasında çok sayıda gizli plan tasarlıyordu. Eğer kendisinin göstermelik olarak belirttiği gibi gerçekten Aşk ve Savaş Tanrıçası Lawazantiya İstarı’na tapınmak ve kurban sunmak gayesiyle oraya gelmiş idiyse, bunun pek inandırıcı yanı olamaz, keza eğer savaş dönüşünde mutlaka meşhur bir tanrıçaya uğrayıp ona şükran duaları edecek ve kurbanlar sunacak idiyse, bu tanrıçanın, bizzat kendisinin koruyucu tanrıçalığını yapan Samuha kenti Baş Tanrıçası İstar olması lazım gelirdi ve Samuha da Hatti’ye giden yol güzergahından pek uzaklarda bir yerde değildi, yani pekala oraya da uğrayabilirdi. Ayrıca Yukarı Ülke’nin eski valisi ve baş düşmanı Armatarhunda’nın çevirdiği dolaplar yüzünden en kestirme yoldan hemen Hattuša’ya veya Hakpiš’e dönmesi, yollarda hiç ama hiç vakit kaybetmemesi de gerekiyordu. Keza Armatarhunda Hititler’in ezeli düşmanları Kaskalılar’ı Hakpis’te isyana teşvik ediyordu[21].

Ortaya çıkan tarihi sonucun açık seçik gösterdiği gibi, işte şimdi Lawazantiya’da herşeyden önemli olan ve onu alabildiğine oraya çeken birileri vardı ve o da Puduhepa’nın taa kendisiydi. Orada Puduhepa’nın olduğunu daha önceden mutlaka biliyordu; belki de Kades Savaşı’na giderken gene buralara da uğramış ve onun varlığından haber almış, hatta onunla tanışmış, ama zaman darlığından belki de ancak savaş dönüşünde onunla evlenmeyi vaad etmişti. Zaten kendisi de savaştan çok önceleri dul kalmıştı, keza ilk karısı ölmüş ve aralarında sonraki kral IV.Tuthaliya da olmak üzere en az üç çocuğunu yetim bırakmıştı[22].  Savaştan dönerken büyük bir avantajı daha vardı, çünkü o, Kades Meydan Savaşın’ın galip generali ve Yukarı Ülke’nin kralıydı. İleriye dönük planları da pek ihtiraslıydı, birleşik Hatti Ülkesi’nin tek kralı olmayı beynine kazımıştı. İleride yeni tanıştığı bu kurnaz kadın tüm bu konularda kendisine yardımcı olabilecek tüm özelliklere sahip birisiydi, onun da ihtirasları sonsuzdu ve bunu mutlaka kullanmalıydı. Kardeşi Muwatalli’nin ölümünden sonra boşalan Tarhundašša ve göstermelik Hitit tahtına oturan yeğeni Urhitešub’u tahttan atıp, kendini büyük kral yapmayı daha şimdiden tasarlıyordu. Evet o Lawazantiya’da Puduhepa ile evlendi ve onu beraberinde Yukarı Ülke ve Hattuša civarındaki krallığının başkenti Hakpiš’e getirdi. Belki de baş kraliçe olmak ümitleriyle dolu olarak Hatti’ye gelen Puduhepa uzun bir süre “Hakpis Kraliçesi” olmakla yetinmek zorundaydı.

Not : İkinci bölüm devam edecek.

Prof. Dr. Ahmet Ünal kimdir? 1943 yılında Uşak’ta doğdu. Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanlığı yaptı. Münih Üniversitesi Eski Anadolu Dilleri, Kültürleri, Tarihi ve Hititoloji Bölümü eski Başkanıdır. Hitit Uygarlığı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yaptı. Ahmet Ünal, uzun yıllar Ankara, Konya, Münih, Bern, Antalya ve Chicago Üniversitelerinde öğretim üyeliği yapmıştır.
Türkiye’de çok sayıda kazılara katılmıştır. Çeşitli dillerde Eski Anadolu tarihi, kültürleri, arkeolojisi, dilleri ve Hititlerle ilgili çok sayıda kitap, makale ve sözlükleri vardır.
Hititlerden günümüze kadar Anadolunun nerdeyse tüm kültürel ve tarihi üzerine en bilimsel kitaplar yazmıştır.
Özgün ve özgür bir bilim insanıdır. Söyleyeceğini doğrudan söyleyen bir bilimcidir. Anlattıklarını anlamak kolaydır. Şu anda Osmaniyede kurulu Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi yönetim kurulu üyesidir. Yerelden evrensele dergisinde yazılar yazmaktadır.


[1] Danmanville,J.1965: 248vd.

[2] Poetto,M.2002: 637vd.

[3] Kınal,F.1956: 355vd; Darga,M.1974: 939vd; Darga,M.1976: Passim; Edel,E.1952: 72vd; Edel,E.1994: Passim; Otten,H.1975: Passim; Ünal,A.1974: Passim.; Darga,M.1993: 30-32;  Memiş,E.1994: 279vd.

[4] Örneğin Cameron,A.-Kuhrt,A.(Ed)1985:  Passim’de Puduhepa’nın adı bile geçmez!

[5] Cornelius,F.1973: 269vdd.

[6] Kornemann,E.1927: 10vdd.

[7] Fox,R.1967: 112 ve Bin-Nun,S.R.1975: 15vd.

[8] Yukarıda andığımız Kornemann’ın kitabında bile bu tarafgir tavır açıkça görülebilir, keza yazar kadın karşısında aciz düşen İndogermen erkekleri övmekle bitirememektedir: Kornemann, a.g.e., 7vdd.

[9] meşhur ve şaibeli araştırma: Bachofen,J.J.1861: Passim.

[10] Bu durum şu vecizede ifadesini bulmuştur: “feminae ab omnibus officiis civilivus vel publicis remotae sund”.

[11] Tüm bu konulara özet olarak bkz: Bin-Nun,a.y.

[12] Ünal, a.g.e., 86.

[13] Barisas,S.O.1979: 387.

[14] KUB 7.20, Garstang,J.-Gurney,O.R.1959: 52.

[15] Bkz: Goetze,A.1940: 71vdd.

[16] RS 18.40 +.

[17] Hirsch,H.-Wegner,I.1976: 433vdd.

[18] Örneğin S.Ö.Savaş ve O.Casabonne, bkz: özet ve kritik olarak Gates,C.2001: 266.

[19] KBo 9.115 öy. 3vdd.

[20] Ünal, a.y.; Klengel,H.2002: Passim.

[21] Hatt. Iii 9vdd., Ünal, a.g.e., 86.

[22] Hattušili’nin Puduhepa’dan önce bir başka kadınla evli olduğu, en başta IV.Tuthaliya olmak üzere bir çok prens ve prensesin bu ilk evlilikten olduğu ilk kez tarafımızdan kanıtlanmış, ama uzun süre kabul görmemiştir. Şimdi bizi kaynak göstermek zahmetine bile katlanılmadan bu görüş kabullenilmektedir, bkz: Ünal,A.1983 b: 33 ve not 40.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir