Yazarlar-Konular

DÖNYA ( DÜNYA ) – KÜRE’ NİN DİLİ

İbrahim Çenet

Türkçenin  temel  taşlarında bir gezinti.

Bu çalışma bir tez değildir, yorum da değildir. Belki dünyanın dilini görmede daha kolay bir imdir, işarettir. Ortada olup bazılarının göremediğini  göstermektir.

Bu çalışma dil  konusunda söyleneni  anlamaya, yazılmışsa okumaya – anlamaya yardımcı olmaktır. Başlıkta görülen dünya (dönya) nın*, küremizin sesini, söylemini, dilini anlamaya ve bunun tadına varmayı yaşamaktır.

Dil insandır !

İnsan olmak , birazda dili olmakla  yani konuşmakla ilgilidir. Konuşmak iç duygunun yanında sosyalliği oluşturan – geliştiren bir temel olgudur.**

Sürüngenler belki de konuşmadıkları için, sadece beslenme, barınma ve çiftleşme , duygu ve ediminde oldukları için pek  sosyal varlıklar  değildir. Oysa insanlar konuştukları için sosyal varlıklardır. Daha kapsamlı, gelişkin konuşanlar  bir birini daha iyi anlayacağından  daha sosyal  ve üretken varlıklardır. Bu yüzden dil insandır dedik.  Dil önemli olduğu kadar , küremizdeki dili anlamakta önemlidir.  Bu çalışma dili anlamaya yönelik bir çabadır.* * *

Biz bu çalışmayı çeşitli olgulara dayanarak yaptığımızın yanında, temelde  Çukurova – Amanos Dağları eteklerindeki köyümüz Çardak’ta doğup – yaşamış anamız AY (şe) kadından esinlendim, öğrendim ve düşledim.

— Kime ya da ne gibi özelliği tamamlayan   ( evrimleyen ) varlığa ‘insan’ denir ?

  • Baş  parmağını kullanan.
  •  Dik durup, yürüyebilen  ve belli bir düşünme- bilinç  durumuna  ulaşan varlığa ,
  • Alet yapıp  kullanan,
  • Ve konuşan  ( doğal olarak sosyal olan ) varlığa ‘insan’ denir.

 İnsanlar ne zaman dik durup  yürüdü. Diyelim bir buçuk milyon yıl önceleri.  Ne zaman konuştu. Diyelim dört yüz bin yıl önceleri, Uzakdoğu Asya’da). Neye dayanarak? Kafa tasında, beynin konuşma  durumunu idare  eden  bölümün genişleyip  o bölgede bir alan oluşturmasına  bakarak.  Bunları söyleyen bilim insanlarına saygılıyız  ama kesin bilgilerde değildir.  Yer ve zaman aralığı biraz farklı olabilir.

Bununla birlikte diyeceğimiz  bir şey var : İnsanlar belli bir evrede  konuşmuyordu hatta seste çıkarmıyordu.  Genel canlılardan sapan (sapma , evrimleşme ) durumunda olan  varlık dik durmaya, sosyalleşmeye, alet kullanmaya, üretmeye ve toplumsal (komünal)  yaşamaya başladı.

Konuşamayan , hatta ses çıkaramayan varlık  (hadi insan diyelim) nasıl anlaşıyordu?

—  Baş, el, kol, vücut hareketleriyle , vücut diliyle – işaretle anlaşıyordu.  Hayvanlar da bazı organ ve  vücut hareketleriyle  yüzlerce ve hatta bizim göremediğimiz biçimde, çok çeşitli duygu ve davranışlarını anlatırlar.

Bir tek örnek verelim, siz  bu örneği geliştirin :

—Atlar!

Atların bazı organları ya da vücut hareketleriyle anlatımlarını şöylece belirtebiliriz:

Kuşkulandıkları ve ürktükleri durumlarda  kulaklarını dikleştirir ve öne doğru uzatırlar.  Daha somut bir tehlikeyi  ve istemedikleri durumu anlatmak için de kulaklarını arkaya doğru  yassılarlar. Bu davranışı insanlara ve hayvanlara karşı yaparlar).  Ve demeye gerek yok ki  böylece hemcinslerine ve binicisine de bildirmiş olurlar.

İstemedikleri  bir durumu anlamak için  başlarını aşağı yukarı sallarlar.

İyi bir at gözlemcisi ya da bakıcısı, atın ön ayağıyla yeri eşelemesinden, baş hareketlerinden, kuyruğunu sağa sola sallamasından, şaha kalkmasından vb. çok anlam çıkarır.

Bazı  kuşların eşine kendisini beğendirmek için  tüylerini ve rengini  nasıl değiştirdiğini, eşine tüylerini nasıl kabarttığını, biçim verdiğini,  hatta   dans ederek  ve şarkılar söylediğini  görmeyen bilmeyen  var mı?

Diyebiliriz ki insanlar bugünkü konuşma yeteneğini kazanmadan  önce işaret ve vücut diliyle anlatıyorlardı anlatacaklarını . Bugün ise hem  konuşuyor , hem yazıyor, hem de okuyoruz. Ama bununla birlikte  işaret diliyle de  destekliyoruz anlatımlarımızı. Böylece anlatımımız daha da güçleniyor.  Ses dilimizi işaret diliyle tamamlıyoruz.

Bu bağlamda kime iyi tiyatrocu denir, diye sorulsa şöyle yanıtlanabilir: Seçtiği  sözleriyle,  tonlamaları, jest ve mimikleriyle kısa sürede çok şey anlatan iyi bir tiyatrocudur.

Bugün çoğumuz ayırdımında olmasak da işaret dilini de kullanıyoruz. Sözlerimizi işaret diliyle daha da zenginleşiyor.  Belki de  eskiden işaret dilini çok daha fazla  kullanıyorduk.  Sözle anlatım başlayınca  işaret dilimizin önemli bölümünü kaybettik.

Bugün sağır dilsizlerin hiç ses  çıkarmadan çok iyi anlaştığını görüyoruz.  Hatta görüntülü telefonda  uzun süre sohbet ediyorlar ve de  mutlu oluyorlar.

Öyle anlaşılıyor  ki insanlar çok uzun zaman  işaretle konuşmuşlardır.  Sonra  işaret diliyle sessel/sözsel dil birleşmiş, böylece insanın anlatımı daha da güçlenmiştir.

Peki, insanlar ilk kez nerede ve ne zaman konuşmaya başlamıştır?. Bu konuda savlar farklıdır.  Ben Asya’da , Doğu Asya’da , uzak adalarda, Mu kıtasında diyorum. 

Bu nasıl olmuştur? İnsanlar işaret dilinden sonra ses çıkarmaya başladıklarında, ilk çıkardıkları sesler, sesli harflerdi: A –e , o-ö , u-ü, ı-i.  Bugün ani bir ses çıkarmak zorunda kaldığımız zaman  “A!,   Aaa!” demiyor muyuz?  A sesi belki de insanın ilk çıkardığı ses ya da sözüdür.   ‘A’  doğuran,  doğu, doğmuş demektir.  Öyleyse   ‘A’ sesine  başka sesler de ekleyerek  çok sayıda  söz oluşturmuşuz.:

A – Aaa ! – Ab – Ac – Aç – Ad – Af – Ag – Ah – Ak – Al – Am – An – Ap – Ar – As – Aş – At – Av – Ay – Az…. gibi.

Ab sözüne sesli bir harf eklersen   yani Aba , Abi, Abo, Aga  gibi sözlerimiz oluşur.

Bir diğer sesli harf , “O!  Ooo!”dur : O –Ooo- Od – Of – Og – Oh – Ok – Ol – Om – On – Or – Os – Oş – Ot—Ov – Oy – gibi. Bunları çoğaltabilirsiniz.

İyi  ama  bunlar  hepten (isterseniz tüme yakın deyin)  Türkçe gibi !

Öyle mi dersiniz?

Kendinizi  hiç engellemeyin, akla dayalı bilimi, olanı sürünüz.  Nereye giderse gitsin.  Kim ne derse desin.

İnsan ya da insanlaşan varlık önce ağızdan (gırtlaktan) bir defada çıkan ses ya da sesler  çıkartmıştır. Az önce de birkaç tanesini söyledik. A – Aaa !  O – Ooo ! ve oradan hareketle  insan ya da insanlaşan varlık  ağızdan (gırtlaktan)  başka sesler de çıkartmıştır. Bunlardan birkaç  örnek daha verelim.

KA

KA!   sesi ya da sözü: Biz yaşıyor ya da görüyoruz ki  bu sese insanlar küçük eklemelerle  hem  de  “KORUYAN” anlamında  sayısız  söz ve anlam üretmiştir.

KA , koruyan, kollayan, gözeten demektir. Bu sözün temeli böyle olmakla beraber, çok uzun bin yıllarda  küçük bazı ses ve söylem biçimine de uğramıştır.  Ka – Ku – Kü – Ki – vb. KA  Tükçe mizin  en eski kök sözcüklerinden birisidir. Bu sözün önceli en az  12.500 yıl önceye hatta 50 bin yıl gerideki  MU uygarlığına gitmektedir.

KA tek başına  koruyan anlamında kullanıldığının yanında  küçük eklemelerle  ya da başka bir ses yada sözcük le birleştirerek, birleşik söz ya da sözcükler birliği  tümce yapılarak kullanılmıştır.

Ka —Kam: İnsanlara  tinsel (ruhsal)  ve doğrudan yol gösteren, bildiklerini aktaran, onları sağaltan  kadın (sonradan erkekler de olmuş) ön bilir insan demektir.  Yani insanları  koruyan, yol gösteren demektir.  Bu sözcükte Ka  olduğu gibi alınmış. ‘Mu’ sözcüğünün ise sadece ‘m’ si alınmış.  Mu’yu ise ilerde genişçe açıklayacağız; kısaca Güneşin yer yüzündeki  temsilcisi, tanrı ve tanrıçaları doğuran ana tanrıça demektir. 

Kamu: İşte burada tam söylenmiş. Ka  koruyan , Mu da güneşin yer yüzündeki temsilcisi  ana tanrıça.  Genel, herkese ait anlamında. Kamu, korunması gerek herkese ait.

Kadı: Adaleti, hakkaniyeti koruyandır.

Kadın: Çocukları, yakın aileyi koruyandır.

Karı: Gene aileyle beraber  koruyucu kadın.

Kap:  İçine konulan  sıvı ya da küçük taneli olguları  saklayan ,  koruyan, taşıyan olgu.

Kacak: Küçük kap.

Kapı:  Bir yere giriş ve çıkışı koruyan örtü, engel.

Kazan: Gene sıvı ya da bazı şeyleri  koruyan  ya da onları pişirmeye yarayan olgu.

Kutu: Küçük korunaklı kap.

Kazak: Bedenimizi koruyan giysi.

Kalpak: Başı koruyan

Kat: Bizleri diğerinden koruyan, iki aileyi diğerinden koruyan. Sefer tasında iki yemeği ayıran.

Kaş:  Alında ki terin göze gitmesini koruyan.

Kirpik: Duyarlı organımızı  tozların göze girmesinden koruyan.

Kıl: Gene vücudun baş gibi, giysileri olmayan hayvanlarda vücudu koruyan.

Kapak: İçine konulanı koruyan .

Kapsalık: Basit kapı, bahçeyi hayvanlardan koruyan.

Kabuk: Yarayı dış olgulardan koruyan.

Kapan: Kuş gibi hayvanları tutan , koruyan.

Kapama: Üstü kapatılarak elde edilen yemek.

Kuma: Eve kapatılan kadın.

Kilim: Yerin , tabanın kapatılması , korunması

Kapsam: İçerik, içe alınan, getirilen konum.

Konu: Ele alınan, akla alınan.

Konak: Konuk alına ev.

Konuk: Koruma altına alınan önemli kişiler.

Kübele: Topluluğu , insanları koruyan , yol gösteren , bilge ana, kadın.

Kabadayı: Etrafında ki haksızlığa baş kaldırıp ezilen insanları koruyan.

Kastal: Etrafı  taşlar ve yapı ile çevrilip korunan su.

Kiler: Yiyeceklerimizi koruyan, vb.

Ayrıca  KA ile başlayan başka sözlerde vardır.

Cap (kup): Kap

Kupa: İçine sıvı konulan

Kubbe: Binayı koruyan

Kaban: Soğukta sırtımızı koruyan

Kabe: İçine gelenleri koruyan, tapınak

Kavalie: Ceket gibi üst giysi.

Karavan: Gezilerde bizi koruyan kapalı arabacık.

Kuvert: Zarf, evrakı koruyan.

Kaput: Arabanın motor bölümünü  koruyan, soğukta askeri boydan boya koruyan kaba giysi.

Not : Türkçemizde ‘K’ , ki, ku, ka ile başlayan çok sayıda sözümüz var bunlar koruyan ile ilgili olmadığı için konumuz dışıdır. Kazma , kürek gibi.

Bunlar da  hepten (isterseniz tüme yakın deyin)  Türkçe gibi!

Öyle mi dersiniz?

Kendinizi  engellemeyin, akla dayalı bilimi, olan’ı sürünüz.  Nereye giderse gitsin.  Kim ne derse desin.

Varlığın daha insan olmadığı, insanlığa adım attığı bir zamanda istem dışı, o zamanki gırtlak yapısına uygun olarak çıkarttığı ilk sesin (sözün)  A !  Aaa ! olduğunu biraz önce vurgulamıştık.

A

A, yani A sözümüz, doğan, doğuran demektir. Bu en ilk insanlık sözü diye baş tarafta vurguladığımız ses ve sözümüze  ekleme yaparak tıpkı  Ka’da olduğu gibi yüzlerce  söz  üretmişiz.

A sözümüz de Türkçede çok temel ve ilk sözlerimizden birisidir. Öyle sanıyorum  ki bu temel sözümüz de 50 bin yıl geriden gelen MU uygarlığı zamanından beri kullanılmıştır.

İnsanlığın ve Türkçenin bu en temel sözü  o kadar eski ki  yer yüzünde tüm tanrı ve tanrıçaların adları ‘A’ ile başlar: Amazon, Afrodit , Artemis, Anna; Amon , Amin , Alaf (Elif) vb. ( Bkz resim –1)

Ayrıca bütün kıtaların adları da  ‘A’ ile başlar ve çok da güzel Türkçedir. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde size bunları  uzunca ve gereğince anlatacağız.

A alfabemizin ilk harfidir.

Alfabemizin ve dünyadaki tüm alfabelerin başlangıç harfi  ‘A’ harfidir. Alaf  yani öküzün başının önden görünüşünü ters çeviriniz. Ortaya  A harfi çıkar. Alaf yani vahşi (tor) boğa  en eski fırtına tanrısının adıdır. Sonraki bin yıllarda  tanrılar ve tanrıçalar  kendilerini  daha yüksek göstermek için iki boğanın üzerine çıkarak kendilerini tanrılaştırmış ve heykelle göstermişlerdir. Yani A  harfimiz  böyle  bir  somutluğun üzerine kurulmuştur.

 A – an, ann, anna, ana, anne . Bizleri doğuran, oluşturan.

Ağız: Doyulan yer.

Azık: Doyulacak, erzak, yiyecek.

Aş: Yemek ki doyma işlemi

Amu: Mu ‘dan doğan , yani yer yüzünde ki ana temsilcisi

Am: Doğulan yer, doğulan organ. Bu söz aslında Amu dan gelmiş ve kısaltılarak Am şeklinde söylenmiş.

Amon: Kadın tanrıça , doğuran. Aman gibi çeşitli biçimlerde  de söylenmiştir.

Amen: Doğuran ana tanrıçanın yer yüzü insanlarınca bir söylem biçimi

Amin: Gene doğuran ana tanrıçanın bir çok insan tarafından söylem biçimi

Ark: Suyun geldiği (oluştuğu) kanal, yer.

Abara: Suyun darlaştırılıp , döküldüğü geldiği yer, değirmen abarası.

Doğmak, doğurmak anlamındaki  bu sözleri  çoğaltmak olasıdır. Bu sözler Türkçe diyorsanız, kendinizi yormayın, bırakın gitsin.

Bu sözleri simgeleştiren kimlerdir? Doğuran kadınlara A, an, ana, anna , anne vb. diye ad (isim) veren kimlerdir. Kim olacak, yazıyı ilk oluşturan ya da bunu sistematik ve işlek hale getiren KENGER (Sümer)lerdir. (Ve de bunların öncelleri  UYGUR lardır. Belki daha da öncelleri; insanlığın tek dil konuştuğu, insanların ırksal durumlara ayrılmadığı  zamanın uygarlığı MU uygarlığıdır.   Bu yazıyı ya da sözleri tüm yeryüzüne (Amerika, Avrupa , Afrika vb. dahil ) yaygınlaşmasını sağlayan KENGER (Sümerler)in zamandaşı ve kavim ortaklığı olan TUR’lular, Fenikelilerdir.

UR – ER – URU – URİ – Rİ — URURU

Bu söz de insanlığın ilk  ses ve sözlerindendir. En eski yazılıdan da önce sözlü  destan ve anlatıların en önemli sözlerindendir. Örneğin Gılgameş Destanında en temel söylemdir.

Er, ur, uru , uru, ururu , ri  … sözümüz.

Bu söz , gökten gelen kutsallık demektir.  Gılgamış Destanında yazdığı gibi , gökten düşen kutsal taş adı ur – uru – ururu vb. Avustralya’da bile kutsal göktaşı ki adı  Ururu’dur. Sümerlerde en kutsal kent UR kentidir. Gılgameş bu kutsal  kentin kral tanrısıdır.

Avrupalıların yaptıkları haritalarda Asya’dan dünyanın çeşitli yerlerine yapılan göçlerde merkez  yerin adını  URUM – TURUK olarak gösteriyorlar. ( Bkz. harita – 1 ) Turuk Türklerin en genel adlarından bir söylem biçimi. Burada da  ana kökte  UR  vardır. Ancak en açık biçimiyle  URUM sözü çok anlamlı. İki sözden oluşan bir birleşik isimdir. Ur ve Um’dur. Um, Mu’nun ses yeri değiştirilmiş söylem biçimi, Mu yani. Urum = Mu’nun kutsallığı. Zaman içinde  Urum’un ‘U’ su kaldırılmış. RUM  (Rom) kalmış. Romalıların Asya’dan beri geldikleri İskitlerin ve Etrüsklerin devamı oldukları  bilinir.

Urumçi, Urumeli, Irak (Urak) sizlere bir şeyler anlatıyor sanırız.

Urha – Ruha – Urfa , kutsal bölge anlamınadır.

Ur – Or : sözümüzde ki Or ( ur ) aslında  Orgeneral ‘eki sözümüz, kutsal makam ve mevki demektir.

Or – an : Ankara da  bir semtimizin adıdır. An – Mu dilinde  ülke demektir. Or da kutsal olduğuna göre, Or – an : Kutsal ülke , kutsal topraktır.

Er (ur): Kutsal görev yapan , fedakar demektir. * * * *

Ur , aynı zamanda yansımak demektir, kutsal yansıma.  – Ayın şavkı vurdu başım üstüne ‘ sözünün asıl söylem biçimi; ayın şavkı UR’du başım üstüne.Yani yansıdı.

Güney Amerika ülkelerinden  birisinin adı Uruguay’dır. Çok güzel Türkçe olan bu söz üç sözcükten oluşan bir tümcedir. Ur – yansıma, ugu –ıgı – aga büyük , abi, baba anlamında. Ay ise gökte ki ay. Uruguay: Yansı büyük ay.

Ural (Dağları) : Asya ve Avrupa’yı ayıran 2500 km uzunluğunda ki dağın adıdır. Burada  ‘AL’ kızıl demektir. UR  da kutsal demek ve URAL : Kutsal kızıllıktır.

MU – MA – ME –

Bu sözde baştan beri çeşitli durumları açıklarken söylediğimiz gibi, insanlığın en eski ses ve sözlerindendir. Yeryüzü insanlığının tek dil konuştuğu zamanın uygarlığının adıdır. Bezen sadece ‘m’ olarak da gösterilir bazen um – am- em biçimini alır.

Günümüz  Aleviliğinde önemli bir uygulama var : Musahip. Mu – sahip. Sahip , Hintçeden Arapçaya  oradan da Türkçeye geçmiş bir söz. İyelik. Musahiplik : İki ailenin sosyal, psikolojik kardeş olması, yardımlaşmaya girmesine dayalı kurumdur. Mu ‘nun adına yer yüzünde kardeşçe yaşam.

Çukurova’da siyah,  besin değeri yüksek , kan gibi sağaltıcı bir dut çeşidi vardır. Adı : Urumu dut ‘tur. Yani Urum = Uru-mu.

Gene Urumeli. Bu sözdeki ‘m’ mu’dur. Bu gibi pek çok birleşik sözde bulunan ‘ mu ‘ , ‘ma’ ya da tek başına ‘m’ aslında Mu ‘dur. Bir örnek daha verelim, siz de başkaca deneyiniz.

AMARİKA :

A – MA – Rİ – KA !

Bu en temel sözleri sizlere baştan beri açıklamaya çalıştık. Tekrarlarsak :

A – Doğan , gelen

MA – Gökten, güneşten gelen ana kadın

Rİ – Ri –ur : Gökten gelen kutsallık.

Ka : Koruyan, gözeten.

Amarika : Gökten gelen koruyucu kutsal ana.

İşte size Amerika kıtasının adı.

(Belki tümcenin asıl söylem biçimi , Amaurka’ dır. Demeye gerek yok ki Türkçede iki sesli harf yan yana geldiği zaman  birisi düşer, söylenmez. Yani Amaurka’dan ‘a’ ve ‘u’ dan birisi düşerse. Amarka – Amar (i) ka  kalır. İşte gün gibi ortada.

Harita – 1

Resim – tablo – 1 :Mu – Amu – Amon – Amen – Amin

. . . . .

* Okula giden bizler küremize dünya derdik, Çukurova – Osmaniye Çardak köyünde doğup, büyüyen anam ‘dönya ‘ derdi.  Ona , niye  dünya demiyorsun da  dönya diyorsun dediğimizde : Yaşadığımız yerin ‘dün ‘ le  ne ilgisi var. Evin obanın çarkını nasıl döndürüyoruz, dönyamız da dönüyor, derdi.

**  Çin’de ki  bilge Konfiçyus’ a ; ekonomi , politika ve kültür iyi gitmiyor , ne yapalım dediklerinde. Bilge , ‘DİL ‘ demiş. Öylemi dediklerinde, dili iyi konuşamazsanız, iyi anlaşamazsınız ve  ekonomide, politikada, kültürde  kötü gider, demiş.

* * * Dili , Türkçeyi  çok iyi yazdığı ve konuştuğu herkesçe kabul gören Yaşar Kemal  bir çok konuşmasında ve  Zülfü  Livaneli ye verdiği  görüntülü röportajda ( ki yutup ‘ta var ) şöyle der : ‘ Türkçe iyi bilinmeden , iyi anlamadan iyi yazarlık yapılamaz. İyi yazar olmak isteyenler  ; Doğu Çukurova da  Osmaniye de  Çardak köyüne gidip , özelliklede kadınlardan Türkçe öğrenmeliler’  dediğimde bana kıyameti koparmışlardı. ( Y. K . )

* * * * 1971 de Deniz Gezmiş yakalanıp , o zamanın iç işleri bakanına getirilir. Bakan : Bu mu bu devrim ordusunun komutanı, der. Deniz Gezmiş : Ben devrimin bir neferiyim (‘ Er ‘ riyim ) der.Yani en sade, fedakar , kutsal görev yapan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir