“ÖLÜRİSE TEN ÖLÜR CÂNLAR ÖLESİ DEGÜL”(Yunus Emre)
(Ali OZANEMRE)
Âşık Veysel denilince şunlar, çoğumuzun bilgi dağarcığında vardır:
“1310’da” (1894’te) Sivas Şarkışla Sivrialan’da doğdu; 79 yaşındayken Sivrialan’da (21
Mart 1973’te) aramızdan ayrıldı. Ölümünün 50. yılı (2023) UNESCO’ca Âşık Veysel’i Anma
Yılı olarak kararlaştırıldı.
Yaşamından kesitler:
-Yedi yaşındayken gözlerini kaybeder.
-Okula gitme olanağı olmayan çocuk Veysel’e babası bir saz alır; geleceğin büyük
ozanı Veysel, bazı ustalardan saz çalıp türküler söylemeyi öğrenir. Önce, usta işi
türküler… Sonra kendi ürünleri…
-İki kez evlenir; bu evliliklerden oğulları, kızları doğar.
-1931’de Sivas Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer, Sivas’ta “Sivas Halk Şairleri
Bayramı” düzenler; Veysel’le de tanışan, onu tanıyan Tecer, Veysel’deki yeteneği ilk
keşfeden olur, artık Veysel, “Halk Şairi”dir ve onun dinleyicileri arasında Gazi Mustafa
Kemal Atatürk de vardır.
-Geçimini sazıyla sesiyle kazanma çabasındaki Âşık, 1933’ten sonra ülkenin birçok
yerini gezer, İstanbul’a gidip plaklar doldurur, radyoda konserler verir. 19. yüzyıl halk
ozanlarından İğdecikli Veli’nin “Mecnun’um Leyla’mı Gördüm” adlı türküsüyle ve kendi
ürünü “Atatürk’e Ağıt”la çok ilgi görür; artık iyiden iyiye tanınıp sevilmektedir.
-1941-1946 yıllarında, başta Arifiye Köy Enstitüsü olmak üzere, köy enstitülerine saz
öğretmeni olarak atanır. Hasanoğlan, Çifteler, Gülköy, Pamukpınar, Akpınar, Düziçi..
bunlardandır. O yıllarda en güzel şiirlerini üretir.
-1950’den sonra ünü, bütün yurda yayılan Âşık Veysel için İstanbul’da (1952’de) Türk
Folklor Araştırmaları Dergisi’nce (çeşitli kurum ve kuruluşların da desteğiyle) jübile yapılır.
Ahmet Kutsi Tecer, Behçet Kemal Çağlar, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Eflatun Cem Güney,
Mes’ut Cemil.. çeşitli yönleriyle sanatçı Veysel’i tanıtırlar. Ercüment Behzat Lav, Orhon M.
Arıburnu, Vedat Nedim Tör, Yaşar Kemal.. Veysel’den şiirler okurlar. Ankara’da da benzer
bir jübile gerçekleştirilir.
Öğretmenliğimin ilk yılı olan 1973’te derse hazırlandığımız bir günün sabahında,
demek ki 21 Mart sabahıydı, radyoda hep Veysel’den söz edildiğinin ayrımına varınca
Eşime, “Hanım, galiba Âşık Veysel öldü!” dediğimi anımsıyorum. Kısa bir süre durup
birlikte ağladık. Ardından derslerimize… İlk derslerin konusu Âşık Veysel olmuştu.
Şunlar da Âşık Veysel denilince duyumsadıklarımızdan bazıları:
Ozanları, âşıkları, şairleri ve bilumum sanatçıları neden severiz?
Onlar; bizim yerimize söyler, çalar, yazar/yaratır da ondan…
İki dizelik bir örnekle;
“Demişler ki bu dertleri bu çeker / Saz iniler Veysel ağlar tel coşar”
Bu iki dizenin ikincisinde geçen Veysel yerine kendi adımızı koyalım; uymaz mı, uygun
düşmez mi, yakışmaz mı? Hem de nasıl…
*
“Gün ikindi akşam olur / Gör ki başa neler gelir / Veysel gider adı kalır / Dostlar beni
hatırlasın” diyen Veysel Baba; A. K. Tecer, Ümit Yaşar Oğuzcan, Sabahattin Eyüboğlu
başta olmak üzere yüzlerce/binlerce dostunu, bizler dahil dostlarını anmış olmalı. Ama O;
yaşamında elinden tutan, koluna giren iyi yürekli dostlarını düşünerek der ki bir şiirinde:
“Ben bir adam olamazdım / Gerçek dostlar olmasaydı / Gerçek şair olamazdım / Çiçek
gözüm almasaydı”
Bu dizelerde dile getirdiklerini yabana atamayız, ne var ki çiçek hastalığı gözünü
almasaydı da bence, o yüreğin sahibi olduğuna göre yine bir Âşık Veysel olarak
belleklerde yer edinecek ürünler verirdi.
*
“Dağlar çiçek açar Veysel dert açar / Derdine düştüğüm yâr benden kaçar” diyerek
içinde bulunduğu çıkmazdan yakınır bir yandan, bir yandan da temiz (hilesi hurdası
olmayan), dürüst (din’i-imanı çıkarına kullanmayan), gerçek Anadolu İslâm’ında olduğu gibi
sahtecilikten uzak bir Müslüman tavrıyla adeta özyaşamının koşulları karşısında teslim
olur, duruma boyun eğer. Ve der ki:
“Üç yüz onda gelmiş idim cihana / Dünyaya bakmadım ben kara kana / Kader böyle
imiş çiçek bahana / Levh-i kalem kara yazmış yazımı”
Veysel’de benzer bir yaklaşımı;
“Şaşar Veysel işbu hale / Gah ağlaya gahi güle / Yetişmek için menzile / Gidiyorum
gündüz gece” dizelerinin geçtiği şiirinde (türküsünde) de görürüz. Hele, “Benim Sadık
Yârim Kara Topraktır” adlı şiirinde…
*
İki gözünden de mağdur Veysel, gözleri her şeyi gören ama kendi çıkarına görmeye
alışık gözlülerden çok daha iyisini, çok daha ötesini görür gönül gözleriyle. Doğaya,
yaşama, sanata ve bilime çoğumuzdan kat kat daha yakın olabilmiş; yaşadığı dönemde
tanık olduklarını, ürünlerinde dile getirerek bizlere sunmuştur. Atatürk’ün ta özüyle
buluşan, devrimlerini içselleştirmiş bir yurtseverdir Veysel. Bu bağlamda hiç de uzağında
olmadığı Köy Enstitüleriyle, Halkevleriyle ilgili pek çok şiirleri vardır. Birkaç örnek:
“Uyarın köylüyü varsın ayılsın / Enstitü kuvveti yurda yayılsın / Herkes kazancının
yolunu bilsin / Öğretmenler iz gösterir yol yapar”
“Halkevleri umum halkın malıdır / İlim, irfan, faziletle doludur / Devam eden Atatürk’ün
yoludur / Atatürk izi var Halkevleri’nde”
Ve Atatürk’le ilgili şiirlerinden biri olan “Atatürk’e Ağıt”tan bir dörtlük:
“Atatürk’ün eserleri / Söylenecek bundan geri / Bütün dünyanın her yeri / Ah çekti
vatan ağladı”
İngiliz Emperyalizminin bir projesi olup yerli ihanetin desteğiyle, dini-imanı istismar
ederek Anadolu’nun bir parçasında şeriatçı Kürt devleti kurmak sevdasıyla isyan eden
Şeyh Said’le ilgili dedikleri de olmuştur:
“Şeyh Said de yüzün tuttu isyana / Milletini hor baktırdı vatana / Fakir fukarayı boyadı
kana / Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan”
Örnek olsun diye aşağıya aldığım birkaç dizesiyle sanki günümüzün resmini yapmış
Usta:
“Ne bir yetim hakkı ne de bir rüşvet / Yanmazdı gönüller olurdu hep şâd / Derdim
anlatırken denmezdi kapat / İş’te hiyle sözde yalan olmasa” // “Beni hor görme kardeşim /
Sen altınsın ben tunç muyum”
Bu dizelerden kim üstüne alınırsa alınsın da önemli olan yoksul, ötelenmiş halk
yığınlarının durumları algılaması, yıllardır süren derin uykusundan onların uyanmasıdır.
Yoksa daha çook, kendimiz söyleyip kendimiz mi dinleyeceğiz?
*
Yaşamla, ömürle, her canlının önünde sonunda varacağı bitimle ilgili söyledikleri de
içimizdeki telleri titreten şiirlerindendir:
“Dönüyor bir dolap çarhı belirsiz / Çağlayan bir su var arhı belirsiz / Veysel neler satar
narhı belirsiz” ya da “Veysel günler geçti yaş altmış oldu / Döküldü yaprağım güllerim soldu
/ Gemi yükün aldı gam ilen doldu / Harekete kimse mani olamaz” dizelerinde olduğu gibi.
*
Veysel şiirleri arasında taşlamalar, hatta Türk halk yazınında, “ciddi bir duyguyu,
düşünceyi iğneli, güldürücü, yergili bir biçimde”; Tekke yazınında, “Tanrı’yla şakalaşır gibi
senli benli bir biçimde” yazılmış, adına “şathiye” denilen koşukları da görürüz. Aşağıdaki iki
örnekten ilki, birincisine; diğeri, ikincisine örnek olsun:
“Bilsem gelmez idim ben bu Tarsus’a / Bu gamlı gönlümü kaymazdım yasa / Haber
verdim inzibata polise / Kapı kitli cüzdan cepte para yok” // “Adem’i sürdün bakmadın /
Cennette de bırakmadın / Şeytanı neden yakmadın / Cehennemin var da senin”
*
Veysel, her iyi sanatçı gibi çağında tanık olduklarını dile getirmiştir ama O, sevdaya
yatkın yüreğimizin ozanıdır asıl. Kiminde sevdalandığına sitem eder, kiminde sevgiliden
çok kendine kahreder; kiminde bir Karacoğlan olup çıkar yolumuza:
“Doldur tüfengini hedef et beni / Yaram doksan dokuz yüz olur gider” // “Güzelliğin on
par’etmez / Bu bendeki aşk olmasa” // “Aşkın beni deryalara daldırır / Bazı ağlatır da bazı
güldürür / İster azat eyler ister öldürür / Sefil Veysel kapısında kul gibi”
Yukarıdaki son dizede geçen “Sefil Veysel kapısında kul gibi” dizesiyle Karacoğlan’ın
“Nazlı yâr kölen olayım / Kabul eyle kul yerine” dizeleri ve hele, Karacoğlan’ın; “Ben bir
şahin olsam sen bir balaban / Taksam cırnağıma gitsem çöle ben” dizeleriyle Veysel’in
“Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı / Avlasam çöllerde saz ile seni” dizeleri ne kadar da
eş, kardeş, yoldaş.. görülüyor.
*
Sözü uzatmamın anlamı yok. En iyisi, koca Yunus’tan alıntıladığım başlıktaki dizeyle
noktayı koyalım. Veysel, o canlardandır: “ÖLÜRİSE TEN ÖLÜR CÂNLAR ÖLESİ
DEGÜL”.
(aliozanemre@gmail.com)
Ali Ozanemre.
1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün
Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat
öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ali Ozanemre bir halkbilim araştırıcısı ve pek çok kitapları vardır.