Yazarlar-Konular

CELFİN GİBİ

Selim Özgül
Şarkıcı Gülşen’in donuydu, fenomen kadınların şovuydu, bankacı Seçil’in fonuydu; futbol dünyasının malıydı…
Beyinleri zapt edildi; iradelerine el konuldu, kendi başlarına düşünemez oldu insanlar.
Al, bununla oyalan, dercesine, sürekli bir meşguliyet konusu atılıyor insanların önüne.
Bu durumdan en kârlı çıkanlar, televizyon ekranları ve internet videolarındaki ağzı mavra yapmaya elverişli olan ekran yüzleri oluyor: Böyle de olmaz ki kardeşşşim!.. Bak bak bak bak ne yapmış!.. Hele bi’ de şuna bakın!.. Böyle de olmaz ki!..
Önümüze düşen meşguliyet konularını böyle ballandıra ballandıra anlatabilenler makbul, geçerli, popüler yorumcular oluyor. Kitleler de bu kişilerin sözlerini tekrarlıyor.
Günümüzde insanların birbirlerini en sık gördükleri, birbirlerinden haberdar oldukları, birbirleriyle en sık iletişime geçtikleri yer sosyal medyadır. Sosyal medya paylaşımları da aynı konulardan ibaret! İnsanların kendi adlarına, kendi başlarına yaptıkları, kendi duygu ve düşüncelerinin yansıması olan hiçbir şey yok orada, neredeyse!
Varsa yoksa şarkıcı Gülşen’in donu, fenomen kadınların şovu, bankacı Seçil’in fonu; futbol dünyasının malı…
İnsan hayatı deryalardan denizlerden de geniştir! Duyguları, düşünceleri vardır çünkü insanın! Birbirine benzemeyen kar taneleri gibidir, insanın duygu ve düşünceleri. Başkalarınınkiyle çakışanı kadar çakışmayanı da vardır, o duygu ve düşüncelerin…
Amerika’nın çok izlenen bir kadın fenomeninin videosunu izliyordum geçenlerde. Vejetaryen olan bu genç kadın genelde kendi günlük hallerini taşıyor programına. Bir ara mutfakta kendine yiyecek hazırlarken şöyle söyledi: “Bu sebzeleri yemezsem s.çamıyorum ben.”
İnsan hayatının, insani bir durumun çok samimi bir ifadesi!
Konu yok, diye bir şey yok!
Beynimiz gasp edilmiş, irademiz çalınmış; duygu ve düşüncelerimizi, birey olarak insanlık hallerimizi paylaşmayı unutmuşuz…
Eline bir tutam sebze alıp “Bu sebzeleri yemezsem s.çamıyorum ben” demek gelmiyor kimsenin aklına.
Yeni yıl, yılbaşı yaklaşıyor…
Az kaldı tartışıp oyalanmamız için önümüze kırmızı don atılmasına…
Yeni yıla girerken kırmızı don giymek uğur getirir mi, getirmez mi?..
Yeni yılın gelişini kutlamak İsa’nın doğum günü kutlaması olan Hıristiyan geleneği Noel’le aynı şey midir, değil midir?..
Ağzımıza başka sakız verilmezse, bir süre de bunları çiğneyeceğiz önümüzdeki günlerde.
Halbuki, o el kadar kırmızı donun içine sıkışıp orada debelenmesek, ne kadar hoş ve eğlenceli yanları var yeni yıl ve yeni yıl kutlamalarının.
Neyse, bu konuyu zamanı gelince, önümüzdeki günlerde konuşuruz da…
Ona paralel bir başka konudan söz edeyim ben şimdi.
Hıristiyanlar için Noel kadar önemli bir anma ve kutlama dönemidir Paskalya yortusu. İsa’nın çarmıha gerildikten 3 gün sonra dirilişi anılıyor ve bunun şerefine sevinilip eğleniliyormuş Paskalya’da.
İşin eğlenceli yanı şu. Paskalya adını biz Rumca’dan almışız. Aynı olayı İngilizler “Easter”, Almanlar “Ostern” olarak isimlendiriyor.
Bu iki dilin de atası sayılan Cermen dilinde “Eostur”, “Nisan” demekmiş. Takvimdeki nisan ayı, yani.
Ee, ne var bunda mı, dediniz?
Bir şey yok, canım!
En eski Hıristiyan yortusunun adı, bir Pagan tanrıçası olan Eastre’den geliyormuş da…
İrademiz dışında ortaya çıkan gündeme hapsolmamak için herkes benim gibi kelimelere takılıp onlarla oyalanmak zorunda değil. Film seyredilip oradan da paylaşacak konu bulunabilir.
Ama ben film seyretme konusunda pek başarılı değilim. Bunun nedeni de filmler üzerine, sinema kitabı diye bilinen çok sayıda kitap çevirisi yapmış olmam! Onlarca film, tema, senaryo, olay örgüsü, oyunculuk… Ve bunlara dair dünya kadar eleştiri…
Çehov’un ünlü sözü hep aklımda ya, bir filmi seyrederken: “Bir filmin ilk sahnelerinde bir silah görülüyorsa, o silah sonraki sahnelerden birinde mutlaka patlar.”
O hesap! Batılılar kadının çekici, genç ve diri olanını “chick” (çik) olarak adlandırıyor.
Ucu tavukgillere dayanan bir benzetme…
Çukurova’da da aynı benzetme yapılır. “Celfin gibi” denir, aynı çekicilik, gençlik ve dirilik ifade edilirken.
Ben film seyrederken, celfin gibi bir kadın çöze çöze gömleğinin son düğmesine geldiği halde, benim aklım hâla daire kapısının dışına bırakılmış bir çift ayakkabıda oluyor, mesela. Ona takılıp kalıyorum, acaba o ayakkabı hangi konuyla ilişkilendirilecek diye. Yok. Film seyretmek bana göre değil.
İnsan hayatı, deryalardan denizlerden de geniştir! Duyguları, düşünceleri vardır çünkü insanın! Birbirine benzemeyen kar taneleri gibidir, insanın duygu ve düşünceleri. Paylaşım konusu bitmez. (Selim ÖZGÜL)
Selim Özgül kimdir : 1957 yılında Doğu Çukurova da Osmaniye’de doğan bir Güneyli . Başka ülkelerde basılan pek çok anlamlı kitapları dilimize çevirerek basılmasını sağlayan bir çevirmen. Afilli Kalem adlı mizah, politika ve kültür kokan kitabında yazarıdır. Çoğu Çukurovalı gibi Türkçeyi çok iyi  kullanan bir yazar. Ülke gerçeklerine duyarlı olan ve bu yüzden yıllarca sıkıntıya sokulan , yıllarca cezaevinde tutulan bir sosyalist yurtsever.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir