Karacoğlan Enstitüsü

SENİ BENİ YARADANIN AŞKINA

Ali Ozanemre
Halk şiirinde, kadın güzelliğine dair en şuh, en güzel aşk dizelerini en çok işlemiş
bir ozan olarak Karacoğlan başta gelir. Onun, yeni yetişip gelen genç kıza ve daha
yoğun olarak ‘gelin’ kıza ilgisi bitimsizdir. Bu özelliğini -ilgisini- ortaya koyan
koşmalarından biri, “Seherde uğradım (kimileyin) Sabahtan uğradım” diye başlar:
Seherde uğradım ben bir geline
Bal bulaşmış dudağına diline
İkrar verdiceğin kavil yerine
Salını salını gelmen mi gelin
Onun huyudur: ille de bir güzele uğrar sabahtan ki kara gecelere güzellik
doğsun… Hele de bu, diline dudağına bal bulaşmış bir güzelse, oralarda bir süre
eğleşir kalırız.
Buradaki ‘uğrama’ ilk olmasa gerek. ‘Kavil’leşilmiş önceden. Ne var ki güzelimiz
gelindir. Kız olsa daha bağımsız davranabilme olanağı doğardı belki. Ama… Yine de
bir umut… Umudumuz o ki sevgili bir fırsatını bulup, buluşalım diye
kararlaştırdığımız yere gelebilir. Gelmeli hem de. Bekliyoruz…
4.dizedeki “salını salını” sözünü ‘dolanarak, dolana dolana’ diye algılayınız.
Doğrudan değil. Bir gören anlayan olur. O değilden, tesadüfenmiş gibi…
Kuşkusuz hiç gelmeme, gelememe olasılığı da var. Biz de işte bu nedenle
soruyoruz: “Gelmez/gelemez misin?” Yoksa… Ne diyorsun? Umudumuzu koruyalım
mı?
Bu koşmanın “Güzel olan bilir dostun halin / İnsaflı kullardan olman mı gelin” diye
biten ikinci dörtlüğünde “Yolun bizim köye hiç uğramaz mı?” biçiminde soru içinde
bir başka soru daha var. Dörtlüğün başında “gelir” denmesine karşın, onun yolunun
‘bizim köye’ bir türlü düşmediği saptaması öne çıkıyor. Öyleyse bu “gelir” sözü,
henüz gelinmediğini ama hâlâ bu konuda bir umudun var olduğunu anlatıyor.
Yiğit olan yiğit dağda yaslanır
Deli gönül böyle kalmaz uslanır
Yâr koynunda bir çift suna beslenir
Birini yiğide vermen mi gelin
Karacoğlan sevgilinin güzelliklerinde söz ederken kızıl lafa yer vermez. Ayvadan,
turunçtan, keklikten, turnadan söz eder. Burada da “suna” diyor. Bunlar onun usta işi
anlatımının doğal soncu. “Güzel ne güzel olmuşsun / Görülmeyi görülmeyi”
dizeleriyle başlayıp;
Çağır Karacoğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı

dörtlüğüyle biten semaisinde de duygular efendice dile getirilmiştir. Semailerin, en
yanık aşk, özlem ve gurbet şiirleri olduğunu biliyoruz.
Karacoğlan’ın yiğitliği, ne Dadaloğlu’nunkine benzer ne Köroğlu’nunkine. Onunki
güzellere ve güzelliğe yönelik bir yiğitlik. “Yiğit olan yiğit dağda yaslanır” dizesindeki
de Köroğlu gibi arkasını dağa verip ‘düşmana’ karşı koymakla ilgili değildir. O,
sevgiliye ulaşmak, ondan alacağını alıp ona vereceğini verebilmek için, fırsat kollar.
Dağlarda yaslanması bu nedenledir.
Buradaki “dağlarda yaslanmak” yasılmakla, saklanıp gizlenmekle ilgilidir. Çünkü
yiğit olan yiğit, işin önünü sonunu düşünür; sevgiliyi ele güne rezil etmez; kendisini
de ellerini kuru yerlere çalmış kepaze durumuna düşürmez. Bir bu nedenle bile
saklanmak, yiğit işidir.
Öter bülbül gonca gülün aşkına
İkrar koysak dayanmıyor beş güne
Seni beni yaradanın aşkına
Sineni sineme sarman mı gelin
Derlemelerde bu dörtlüğün başlangıcı “Bülbül öter” biçimindeydi, “Öter bülbül”
diye yazdım. Karacoğlan burayı, öyle değil, böyle söyler gibi geldi bana. Dörtlüğün

  1. ve 3. dizeleri -öyle olmaması gerekirken- aynı sözcükle bitiyor. Ancak bu,
    estetikte bir sıkıntıya yol açmıyor. Dörtlüğün son dizesini şöyle okumak da olası:
    “Sinemi sinene sarman mı gelin?”
    Bülbülün ötüşü, goncasına olan aşkı nedeniyledir. Bunu bil. İkrar koyuyoruz;
    verdiğin sözde en çok beş gün durabiliyorsun. Anandan, babandan üstün, seni beni
    yaratan var; onun aşkına… Ne olur…
    Koşmalar genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Toplam 6 dörtlükten oluşması
    bakımından alışılmışın dışına çıkılmış bu koşmada pek de başarılı olmayan bir
    dörtlük var: 5’incisi. “Muhabbet halinden bilmen mi gelin” dizesiyle biten bu dörtlüğün
    ‘girinti’ olma olasılığı oldukça yüksek:
    Karacoğlan diyor odana varsak
    Eğlenip bir zaman orada kalsak
    El’aman deyip de çokça yalvarsak
    O zaman bir … vermen mi gelin
    Bu son dörtlüğün son dizesindeki boş yerde yazılması uygun düşmeyen bir
    sözcük var sanılmasın. Oradaki sözcük “ikrar” sözcüğüydü. Burada ikrar yerine,
    “buse / gonca” ya da ‘bir’i kaldırarak “şeftali” gibi örtmeceli başka sözler de olabilir.
    İkrar, “saklamadan açıkça söyleme, bildirme, kabul ederek, benimseyerek onama,
    karar” gibi anlamlara gelir. Öyleyse ikrar vermek, bir şey için ‘söz vermek’ demektir.
    Biz de sevgilinin söz vermesini, ‘Söz!’ demesini istiyoruz. Bundan sonra insaflı
    kullardan olup gelirim dediği yere geleceğine; sinesini sinemize sararak koynunda
    beslediği bir çift sunadan hiç değilse birini bu yiğide vereceğine söz versin. Bu,
    yeter…
    Verir mi dersiniz? (aliozanemre@gmail.com)
    Ali Ozanemre.
    1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
    Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
    İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün
    Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat
    öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk
    Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
    Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
    Ali Ozanemre bir halkbilim araştırıcısı ve pek çok kitapları vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir