BİR AVUC ÇOCUKTUK TOROSLAR’DA.
Gülden Mahmut
Yaz gelmiş miydi? Erken miydi yoksa geç mi? Günler geçip gitmiş miydi bastığımız toprağın altından? Güneş ısıtıp kızdırmış mıydı dünyayı? Kırlarda mıydım, yamaçlarda mı? Bir su başını mesken eylemiş miydik adaşlarımızla? Hepimiz aynı adı taşımıyor muyduk aslında aynı göğün altında. Anadın, Gülsüm, Ahmed, Osman… Hüseyin var bir de. Mahmud, Dursun,Yeter… Maviş, Pembe, Ümmühan… Elif, Halil ,Ekrem…
Hepimiz aynı yeryüzü çocukları… Dizilip gelmiştik su boylarından… Dağ başlarından… Küt, keskin, binbir renkte çiçekler misali… Ark boylarından, obalı rüzgarlardan…
Sahi yaz gelmiş miydi?… Erken miydi?… Yoksa geç mi?…Bir avuç çocuktuk Toroslar’da…
İlkbahar geldi mi nerede bir ağaç varsa ve nerede bir ağaç çiçeğe durmuşsa, orada bir serçe kuşu mutlaka vardır. Yurdunu hiç terk etmez serçe kuşları… Ürkek bakışlı, çipil gözlü… Her şeye rağmen içten… Yaşamı anlamaya meraklı, yürekli bir kuştur o…
Bir de kırlangıçlar vardır Toroslar’da… Doğanın kucağından kopup gelen… Sadakati ve yeni başlangıçları temsil eden… Özgürlük ve umudun müjdeleyicisidir onlar… Yarım kalmış bir hikaye gibi dururlar göğümüzde… Sivri dar kanatları, kısa gagaları ve küçük, zayıf ayaklarıyla kırlangıçlar… Benim yıllardır kitap dolu valizleri; ellerimle taşımaktan güçsüz kalmış bileklerimle, aynıdır kırlangıçların kaderleri… Ya da bana öyle geliyor olabilir yazgımızın ortaklığı… Kimbilir?
Sosyal kuş olmadıkları için sürü oluşturamazlar… Öyle gösterişli palteler atamazlar mavi göğün üzerinde… Dünyanın dört bir yanına yayılmış narin ve de oldukça güzel ötücü kuşlardır ayrıca…
Görevleri vardır gönderildikleri yeryüzünde… Denizcilere klavuzluk edip yol gösterirler. Bunun içindir her usta denizcinin güçlü kollarında, denizle, iyotla, güneşle pekleşmiş güçlü bedeninin bir yerinde kırlangıç dövmesinin olması… Yolculuğa çıkmadan önce vücuduna çizilen bir kırlangıcı kutsal dualarla yüreğinde taşır denizciler. Olur da kazasız belasız varabilirse gideceği limana ve kavuşursa sevdalısıyla; bir kırlangıç da; vardığı limanda çizilir diğer kırlangıcın yanına. Mühürlenir sevda…
Tek eşlidir o… Sade bir sevdayı taşır metalik mavi, yeşil dümdüz kanatlarının altında… Erkeğin gagasında taşıdığı çamurlarla yapar dişi kuş yuvayı… Saman ve otla karar harcı… Siz deyin bir asırlık, ben deyim bir masal boyu. Sekiz günde biter yuva yapma telaşı… Binbir gece masalları misali tüm geceler…
Bir avuç çocuktuk Toroslar’da… Yaz gelmiş miydi? Geç miydi, yoksa erken mi… Bir er baharda, babannem Hatem Gadın’ın evinin tam karşısında hüzünlü bir masal gibi duran bir ev vardı çocukluğumda. Piriketleri örülmüş ama sıvası yarım bırakılmış; ağılı tamamlanmış ama mertekleri bırakılmış ev, her ne hikmetse yarım yamalak öylecene terk edilip gidilmişti Torosların bağrında…
Etrafında ak kayalar ve kızıl kayrak taşları… Ovanın ortasında sahipsiz bir mezar gibi belli belirsiz dururdu … Göç esnasında kayrak taşa takılmış bir avuç yoluk saç da yarım bırakılmış bir masal gibi boylu boyunca uzanırdı ovanın üzerinde.
Bazı yağmurlu kış günlerinde pencereden bakarak seyre daldığım en hüzünlü hikayemdi bu ev benim. Önümde sessizliğe bürünerek bırakılan bir ağıttı göğe doğru uzayıp giden…
Neden böylesine çaresiz bırakılıp gidilmiş bilemez deliye dönerdim. … Önündeki sahipsiz bir mezarda, sade Toroslar’dan devrilip getirilmiş isimsiz kaya parçasında, yoluk yoluk bir tutam kınalı saçla neyi anlatmak istemişti bilemem… Ve yarım bırakılmış evin oyuklarına yapılmış kırlangıç yuvalarında, biz meraklı gözlerle tırmanırken çocukluğumuza; tüm çocukların DNA’sına şifrelenmiş insanlığın ortak sorusunu araştırırdık aslında. Yaradılış efsanesi… Tamamen cevap bulamamış olunan bu yeryüzü sorusuna ben dört beş yaşın meraklı gözleriyle tırmanırken, kırlangıç yumurtalarını ellerimize alır incelerdik… En fenası bendim çocukların… İlla yaşam nasıl başlıyor sorusuna bulmak istediğim cevapla; kırdığım kırlangıç yumurtalarında kana bulanmıştım tüm bedenim ve ruhumla adeta… Ne olduğuna anlam veremediğim yaşam döngüsü, ellerimde un ufak olurken; yumurtanın aklığında karaya dönüşen bir yazgı, bedenimle birlikte ruhumda da günaha bulaştı o gün ilkin…
Oysa çiçekler ve kuşlar uykuma kardeşti ta o güne kadar. Bir kırlangıç, yaşam döngüsünü tamamlayıp da yumurtayı delmeye başlayacaktı zamanı gelince. Ve kimbilir hangi denizcinin güçlü kollarına dövmelenerek, yol gösterecekti uzak okyanuslarda. Van’da kuşların dilinden anlayan tek isim Feqiyê Teyran; bugün yanıbaşımda. Hiç kanat çırpamayacak olan yavru kırlangıçların masalını anlatıyor bana.
Torosların eteğinde, dağ başlarında bir sessizlik uzanıyor bugün boylu boyunca. Bir köy mezarlığında erken gidenlerin yasını tutarken; dağ rüzgarlarıyla darmadağın olmuşluğum; Feqiyê Teyran’ın anlattığı masallarda… Aklım fikrim o kırlangıç yavrularında. Bir günahı omuzlamak ne zor bu topraklarda… Bir Eylül sabahı; yurdumun arbane seslerine karışırken sessizliğimiz; kırlangıç yavrularını ve Eylül’de yitirdiğimiz canları, uzak diyarlara göç etmek zorunda kalan oğullarımızı düşündüm ilkin… Eylüldü ve mevsimler ağır yenilgilerle geçiyordu kapımızdan. Vurulup düşenler,korkunç atlılarıyla gecemizi delenler,yurdunu terk edip gitmek zorunda kalanların adıydı eylül. Bir de kırlangıçların…
Varlığının sebebini anlamaya çalışan, dünyadaki görevini tamamlamaya çalışan Eylülün hüzün yüklü hikayeleri,evlatları ve kırlangıçları; babannem Hatem Gadının evinin tam karşısındaki toprak damlı yarım yamalak bırakılıp gidilmiş bir evde toplamıştı tüm yeryüzü hikayelerini…. Kuşların dili, kırlangıçların yeşile kesen dehşetli serin gövdeleri, lekelenmiş günahlarımız, Torosların bağrından kopup gitmek zorunda kalmış yarınlarımız, boylu boyunca uzanıyor bugün önümde…
Bilirim; şiirler yeşerecek birgün yeniden duvar diplerinde. Gayrı dağlarım reyhanlı, gayrı dağlarım reyhansız oluverecek o vakit.
Ve yeniden İki kış bir güzle örmeye devam edecek analar yurt masallarını.
Adın hala ala çiçek gibi durur kırlangıç yavrusu, al yeşil güçlü kollarımda.Gözlerim uzak yollarda. Burnumda iyot kokusu, alnım bin heves, alnım dağ rüzgarı…Yeniden doğursa ah keşke bir ana beni, bir daha. Bir daha maviye kesse oğulların yaşamı…Ve ben yurt masalları anlatsam kırlangıç yumurtalarına… Rivayet olmasa…Kırlangıçlar Feqiyê Teyran’la dost dolaşsa tüm vatanı…
Yaz gelmiş miydi? Erken miydi yoksa geç mi? Günler geçip gitmiş miydi bastığımız toprağın altından? Güneş ısıtıp kızdırmış mıydı dünyayı? Kırlarda mıydım, yamaçlarda mı? Bir su başını mesken eylemiş miydik adaşlarımızla? Hepimiz aynı adı taşımıyor muyduk aslında aynı göğün altında. Anadın, Gülsüm, Ahmed, Osman…Hüseyin var bir de. Mahmud, Dursun,Yeter… Maviş, Pembe, Ümmühan… Elif, Halil ,Ekrem…
Hepimiz aynı yeryüzü çocukları… Dizilip gelmiştik su boylarından… Dağ başlarından…Küt, keskin, binbir renkte çiçekler misali… Ark boylarından, obalı rüzgarlardan…
Sahi yaz gelmiş miydi?… Erken miydi?… Yoksa geç mi?… Bir avuç çocuktuk Toroslar’da…
Çocuklardan bir demet, Toroslarda
Konuda ki kırlangıç kuşu
Gülden Mahmud kimdir :1977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir. Şairdir , birçok makale ve kitapları vardır.