ÂŞIĞINI AĞLATANLAR GÜLER Mİ
Ali Ozanemre
“Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş bağlara döndün mü gönül”
Karacoğlan’ındır denilen sorulu koşmalardan birinde dilber, “Küçücek Gelin”dir. Dörtlükleri birbirine bağlayarak bütünün oluşmasını sağlayan 4.dizelerinden ikisi “sarabilin mi”, biri “verebilin mi”, biri de öbürlerine hiç uymaz bir biçimde “yapabilin mi” sözüyle biten bu koşma, kimi dil/anlatım incelikleri bakımından Karacoğlan izlenimi veriyor. Ancak, dönerayağın uyaklanışındaki bu düzensizlik, kuşkuya yol açıyor.
Koşmanın tümü, derlemelerde, önemsiz birkaç değişiklik bir yana, şöyle:
“Annacımdan gelen Küçücek Gelin
Birazcık eğleşip durabilin mi
Şu dertli gönlümün dermanı sensin
Kırıldı kanadım sarabilin mi
Evinizin önü yazıdır yazı
Beyler koy’veriyor ceylana tazı
Salınma karşımda yosmanın kızı
Ölürsem kanımı verebilin mi
Bineyim atıma ineyim düze
Sürmeler çekmişsin şol ela göze
Bir soru sorayım darılma bize
Kolunu boynuma sarabilin mi
Karacoğlan der ki sıkıldı canım
Gelmiyor yanıma muhannet yârim
Evel söz vermesen n’olurdu zâlim
Yıkılmış gönlümü yapabilin mi”
Halk şiirinde, ürünlerden birini öbüründen ayıran, dörtlükleri bir bütün oluşturacak biçimde bir araya getirmemizi sağlayan önemli bir öğe de uyaklar ve dönerayaklardır.
Her dörtlüğün 4.dizesi olduğu gibi yinelense ya da bu koşmanın 1.ve 3.dörtlüklerindeki gibi sorabilin mi biçiminde uyaklandırılsaydı bu, koşma değil türkü olurdu. Oysa koşmalar; “sarabilin mi / sorabilin mi / görebilin mi” gibi değişik sözlerle uyaklandırılır. Bu uyaklandırmada aynı sözcüğe ikinci bir dörtlükte kolay kolay yer verilmez. Yargımız, usta ozanlar içindir. Hele de bu, Karacoğlan’sa…
Bağrında Karacoğlan mührü basılı bir başka koşmada yine bir ela gözlü dilber var. Buradaki dilber de “Küçücek Gelin” olabilir. Ancak o, Küçücek Gelin’se de, adını anmama yolunu benimsemiş. Adı saklı. Kendisi, öteki ela gözlülerden başka bir ela gözlü… Ozanım onunla yakınlık kurma, tanış olma çabası içinde. Sorular, bu amaca yönelik. Kırgınlık yok, sitem yok. Okşayan, gönül alan, ilgisiz kalınamayacak sorular:
“Ela gözlerini sevdiğim dilber
Yurtlarınız çayır çimen pınar mı
Mevlam güzelliği hep sana vermiş
Seni gören başkasını dener mi”
“Denemek” sözcüğü, Karacoğlan’ın içinden çıkıp geldiği Varsak Türkmenlerinin diline yabancı olmamakla birlikte son dizedeki “dener mi” yerinde “sınar mı” sözü bulunsa gerek: “Seni gören başkasını sınar mı?”
Öyle ya! Seni gördük. Seni görenin, başkasına ilgi göstermesi olacak şey mi? Akıl var, yakın var. Gönlümüz kılavuz bize. Yolumuz kapına çıkar. Mevlam, güzellik, sen, vesselam…
Ne ola ki! Ela gözlü dilber, sözümüzü duymuyor, sazımızı dinlemiyor gibi. Dinliyor, duyuyor da oralı olmuyor görüntüsü veriyor. Olsun… Biz biliyoruz ki bütün dikkati ayakta. Demek ki daha hoş sözler söylenmeli. Taşları yerinden oynatacak sözler… Telleri kıvamınca gerilmiş curamızın. Varlığımızı bütün benliğiyle algılayan dilber pınarda oyalanıp dururken, pınarı serinleten ulu çınarın yapraklarının gölgesi bizi alkışlıyorken durulur mu? Dokunuyoruz tellere ufaktan, söylüyoruz:
“Salını salını geldin çınara
Kadir Mevlam işimizi onara
Gün doğmadan şavkın düştü pınara
Gün üstüne bir gün daha doğar mı”
Gün üstüne bir gün daha doğar mı? sorusu, tansık niteliğinde ama gözlerimizle gördüğümüz bir gerçeklik karşısındaki şaşkınlığımızı da anlatır. ‘Aman Allahım! Bu ne hâl! Güpegündüz, gün üstüne gün doğar mıymış? Doğdu işte. Hayret!
Sabahın erken bir vaktindeyiz. Ela gözlü dilber, salınarak suya geldi pınara. Pınarın suyuna sureti düştü; sanırsın Ay’ın şavkı. Ay dediğin de ne! Güneş bu güneş. Artık öteki, gökteki güneş tepelerin ardından çıkmasa da olur. Zaten o, sadece ten yakar. Oysa pınardaki güneş, can da yakıyor; evrenimizi, içimizi ısıtarak…
Dilber, çekilip gitmeye istekli gözükmüyor. Oyalanıyor. O değilden takılıyoruz biz de. Pınara gelişine bir kutsallık yüklüyoruz. Pınar onun için bir ziyaret yeri, bir türbe midir acep? Dilekler dilemeye mi gelmiş ola ki… Soralım bakalım övgülerle:
.
“Kırmızı güllerden rengin almışsın
Güzellikte kemalini bulmuşsun
Dolanı dolanı suya gelmişsin
Güzel senin ziyaretin pınar mı”
Sabahın çakır serinliği… Suya inmiş kekliği ürkütmemeye özen gösteren bir avcı uzluğuyla yaklaşalım, soralım: Bizim pınarımızın, yatırımızın, kâbemizin kendisi olduğunu biliyor mu?
Ne etsek ne desek kayası yerinden kıpırdamıyor dilberin. Ne umut veriyor, ne de umutsuzluk var. İçinde, yüreğinin derinlerinde bir yerde acıya benzer bir şeyler seziliyor sanki. Sanki biri onu ağlatmış. Bilmezler mi ki ağlatmak iyi değildir; ağlatanın da yüzü gülmez… Bunu ela gözlü dilber de biliyor olmalı. O da bilmeli ki âşığın âhı vardır. Soralım:
“Karacoğlan der ki ermediler mi
Tomurcuk gülünü dermediler mi
Seni sevdiğine vermediler mi
Âşığın’ağlatan güzel güler mi”
Burada “ermek” sözünün; erişmek, yetişmek, güç duruma düşmüş birinin yardımına koşmak gibi anlamları var. Soruyor, soruyoruz: “Tomurcuk güllerin dermediler mi?”
Sorunun, bir şeyin gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamaya yönelik bir soru olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, böyle bir anlama/öğrenme isteğinin ötesinde “Sana ilgi göstermediler mi, seninle ilgilenen olmadı mı? Böyle bir nedenle mi üzgünsün?” biçiminde açımlanabilir bir soru var karşımızda.
Türk Halk şiirimizin koca çınarı Karacoğlan, demek ister ki:
Seni sevdiğine vermeyenler ya da senin tomurcuk gülünü dermeyenler; böylece senin ağlamana yol açanlar ömürlerince gülemezler, gülmesinler. Seni kıran, kırk parça olsun. Şimdi biz âşığız sana. Âşığını ağlatan güzel de gülmez. Gel, sen de bizi ağlatma…
aliozanemre@gmail.com
Ali Ozanemre.
1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün
Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat
öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ali Ozanemre bir halkbilim araştırıcısı ve pek çok kitapları vardır.