AK GÖĞSÜN ÜSTÜNDE ÇAKIRDİKENİ
Ali OZANEMRE
“Şair sözüdür, elbette yalan.” diyen Fuzuli, bu sözüyle ‘bilmezlikten gelme’
(tecahül-i ârif) sanatı yapıyordu. Sanat, “sanat”sa ‘şair sözü olup olmamasının bir
önemi yok. Bize hep güzeli, doğruyu söyler o. Belki abartılıdır; belki ‘yalan’lığı
buradan gelir.
Bir durumun altını çizmek, onu öne çıkarmak abartmaymış gibi gözükebilir.
Kimileyin yerinde yeterince yapılmış abartma, gerçeklikten daha çok çeker ilgimizi.
Daha çok etkileniriz.
Ancak bu söz, sanatın etkileyici olabilmesi için ille de abartmaya yer verilmelidir
anlamına gelmez. Günlük dildeki sıradan sözler, nasıl oluyor da “sanat” oluyor?
Sanatçı onları, Karacoğlan’ın şu koşmasında kullandığı gibi kullanıyor da ondan:
“Ağlayı ağlayı düştüm yollara
Karışayım boz bulanık sellere
Adı sanı duyulmadık êllere
Gitmeyince gönül yârden ayrılmaz”
Gönül yârden ayrılmaz…
Ayrılır da, ozan, şimdi böyle diyor. Dedikleri de bu an için abartısız doğru. O
anki duygunun kesin anlatımıdır bu.
Gezgin dervişler olurmuş eskiden. Bir tür misyoner, gönüllü. Biraz Müslüman,
çokça tasavvufçu, daha çok da Tanrı sevgisiyle hoşgörü taşıyıcısı… İlden ile, êlden
êle gezip dururlarmış. Halk ozanları da öyle. Bunlar, sevdanın peşinde, ‘somut
aşk’ın arayıcıları… Bir yerde uzun boylu kaldıkları pek olmazmış. İşte Karacoğlan…
Karacoğlan da düşmüş yollara. Hem de “ağlayı ağlayı”. Nasıl ağlamasın, nasıl
düşmesin! O yürek sende olsun da sen düşme, ağlama… Boz bulanık sellere karışıp
gitmek, ya da adı sanı duyulmadık yerlere…. Gidecek; bir daha ben, “benim”
demeyecek. Yitirtecek kendini.
Demek ki ozan, büyük bir kırgınlığı yaşıyor. Kendine kahrediyor. Kimbilir nasıl
umutsuz bir aşkın çevriminde… Bu döngüden kurtulmanın yollarını arıyor. Böylece
belki kurtulacak. Ama adı sanı duyulmadık yerlere de gitse, kendini “boz bulanık
sellere” de atsa gönül yârden ayrılacak değil.
Buradaki ‘boz bulanık sele karışma’yı ille de gerçek anlamıyla değerlendirmeyip
değişmece anlamıyla yorumlamak olası:
Ozan, çekip gitmeyi düşünmekte. Bir daha da o vefasızın bulunduğu yerlere
dönmeyecek. Başka yerlerdeki insan seline karışacak. “Adı sanı duyulmadık êller”
sözüyle bu, açıkça belirtilmişti. Bir insan selinde eriyip yitmek sözüyle de bu duygu,
iyice pekiştiriliyor.
Buradaki “gitme”, sellere karışıp “yitme” henüz gerçekleşmiş değil. Şimdilik bir
düşünce. Gidecek. Ama biliyoruz ki giden sadece beden. Gönlü, yârde… Dördüncü
dizeler ve sonraki dörtlük bunu doğruluyor:
“Ahtım kaldı şu gelinin ahtında
Deremedim güllerini vaktinde
Karanlık gecede kolum altında
Yatmayınca gönül yârden ayrılmaz”
Ozanın içinde bulunduğu durum, bu durumun nedenleri yavaş yavaş açığa
çıkıyor. Yukarıda, sevgili için “vefasız” denildi. Belki de o, öyle değildi. Karacoğlan;
yapması gerekenleri yapmamış, ya da zamanında yapamamış. Bu karamsar
duruma bu nedenle düşülmüştü…
O, şimdi gelin… Bir başkasının eşi. Güllerini bir başkası deriyor. Karacoğlan’ın
ahtı da bir topacık canıyla kar altında yorgansız kalmış. Öte yandan şimdi gelin olan
sevgilinin de ahtı yerine gelmiş değil. O da zamanında aht etmişti; “Söz olsun,
senden başkasına yâr değilim.” demişti. Karşılıklı söz vermişlerdi; olmadı.
“Şu gelin”in duyguları, düşünceleri şimdi nerededir, bilinmez ama Karacoğlan
ona duyduğu arzuyla say ki erimekte. Zamanında güllerini deremediği güzelle
karanlık geceyi örtünse; bir gece, bütün bir gece kol kola, koyun koyuna, kucak
kucağa yatsa sanki bu erime bir ölçüde duracak.
Kolum altında…
Bu anlatımda ikili bir anlam var. Anlamlardan biri şu: Bir kolum onun başı
altında kalmalı; o, bütün gece kolumda yatmalı. Öbürü: Sevgili, bütün gece kolumun
altında kalmalı.
Bu anlamlardan hangisini demiş olursa olsun, biz bunlardan hangisini
düşünmüş olursak olalım durum değişmez. Ancak, Karacoğlan’ın yangınında
azalmaya doğru ufak bir değişme olur. O kadar…
Karacoğlan burada ‘yâr kolum altında yatarsa kendisinden ayrılabilirim’ anlamı
çıkarılabilecek sözler söylüyorsa da gerçek öyle değil. Burada herhangi bir biçimde
ayrılığa ses çıkarılmayacağı düşüncesi yok; sadece, arzunun birazcık giderilmiş
olabileceği anlamı var. Koca bir yangına biraz su serpmek gibi… Yangın bitmeyecek
ama azalacak. Az sonra daha da harlaşacak…
“Gözüm kaldı şu kaplanın postunda
Azrail de can almanın kastında
Döne döne teneşirin üstünde
Yatmayınca gönül yârden ayrılmaz”
Döne döne teneşirin üstünde yatmayınca (yunmayınca)…
İşte bu doğru. Ne zaman ki teneşirde döndüre döndüre yıkarlar bizi, işte o
zaman gönül yârden ayrılır. Bu ayrılma üstelik gerçek bir ayrılma. Bu gerçeklik
sonucu olarak artık ne bir arzu kalmıştır, ne Karacoğlan olma bilinci… Dünyaya
yeniden gelmek düşüncesi sadece sığınılan bir dulda. Bu düşünce, bir sığınak değil
de gerçek olsa bile ne değişir? Bu ‘Haydar’ o ‘Haydar’ olmadıktan sonra…
“Hadini de Karacoğlan hadini
Aramazlar gurbet êle gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yârden ayrılmaz”
Hadini de Karacoğlan hadini…
Hadi Karacoğlan! İvedi davran. Elini çabuk tut. Sonra, öyle ‘gurbet murbet’
deyip durma. Gurbete giden, bir kendini götürür. Ardınca kimseyi getiremez. Nerede
görülmüş gurbete gidenin arandığı? Peşine düşüp kimse aramaz da belki bir süre
sözü edilir; geri dönüp gelmesi istenir, birazcık yolu gözlenir. Sonra, ‘belki döner
gelir diye beklemek’ anlamında bir aranma da kalmaz. ‘Herkes kendi yoluna!’ olur.
Delikanlısın ama deliliği bırakmalısın. Bir zaman sonra dönüp gelsen de bir işe
yaramaz. Çünkü seni ‘arayan’ yok artık. Derken, teneşir üstünde yıkanma zamanın
gelir. Yıkarlar, alıp götürürler, verirler kara toprağa. Yıl geçer, mevsim döner; ak
göğsün üstünde çakırdikeni…
Ak göğsün üstünde çakırdikeni, bittiğinde gönül yârden ayrılır…
(aliozanemre@gmail.com)
Ali Ozanemre.
1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün
Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat
öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Ali Ozanemre bir halkbilim araştırıcısı ve pek çok kitapları vardır.