Yazarlar-Konular

GURU KEMAL

Gülden Mahmut

Anamurlu Guru Kemal


Babam Ahmet Kemal Kuru, namı diğer Kuru Kemal. Gülnarlı. Mamure Kalesi’nin ilk bekçisi… 1933’te hayata merhaba derken, dünyada ne çok çile çekeceğini bilseydi acaba sevinçle gözlerini açar mıydı bilemiyorum. Beş yaşında küçük bir çocukken annesini kaybetmiş, sonra tek abisini… Üzüntüler ve sıkıntılarla 50’li yıllara gelmiş. İlkokuldan sonra okutulmamış, çıraklıktan ustalığa babasının yanında kunduracı olmuş. Güzel kunduralar, körüklü çizmeler dikermiş. Bir müddet sonra baba mesleğini bırakarak şoförlüğe başlamış. Fırtınalı ve yağmurlu bir günde, Gazipaşa dolaylarında jiple giderken yıldırım çarpması sonucu kaburga kemikleri, çenesi, dişleri kırılmış. Anamur’a öldü haberi gelmiş önce, sonra yaşadığı… Uzun zaman Antalya’da hastanede yatmış. Geçim sıkıntısıyla kemiklerinin ağrısı arasında sıkışırken, Allah yüzüne gülmüş. Bacanağı öğretmen Süleyman Öztürk’ün (gani gani rahmet eylesin) yardımıyla 1960’ların sonunda, Kültür Bakanlığına bağlı olarak Mamure Kalesi’nde işe başlamış. Görevi, Anamur’daki bütün ören yerleriyle ilgili ayda bir Silifke Müzesi’ne rapor vermek, daimi olarak Mamure Kalesi’nde beklemekmiş.
Çocukluğumuzun en güzel yıllarıydı. Babam Mamure Kalesi’nde bilet kesiyor, turistlere yardımcı oluyor ve bizim tatilimizin rüya gibi geçmesini sağlıyordu. Her gün deniz ve turistler, hediyeler, çikolata, bonbon şekerler… O yıllarda Türkiye’de ne çikolata ne jelibon şeker vardı ya da biz bilmiyorduk.
Çocukluğumda unutamadığım bir şey de üçlü sefer tasıydı. Babam kaleye gideceğinde üçlü sefer taslarımızı kapıp biz de motoruna binerdik. Bütün gün denizdeydik, ne güzeldi o günler…
Kış, babam için zorlu geçiyordu. Fırtınalı ve yağmurlu havalarda oturacak, ısınacak bir yeri yoktu. Kalenin girişinde mermerden yuvarlak, büyük bir değirmen taşı vardı. Masa olarak kullanır, üzerinde yemeğini yerdi. O zamanlarda Anamur Kaymakamı Fahri Görgülü’den bu duruma bir çare bulmasını arz etti. (Ölmüşse gani gani rahmet eylesin güzel insandı Fahri Görgülü. Adam gibi adamdı.) Kalenin ruhuna uygun olarak taştan yapılacak bir bekçi kulübesi için izin çıkarttı. Bir taş ustası ile babam, şimdi bilet kesilen girişteki o küçük taş yapıyı inşa ettiler. Bizzat bedenen işçi olarak çalıştı. Çok sevinçliydi. Sonrasında etrafına dut ve üzüm ağacı dikti, çiçeklerle donattı. Kulübenin içinde begonviller, dışında gül damlası ve güllerle cennete dönüştürdü. Artık bir makamı vardı. Masası, sandalyesi, küçük tüpü, gaz sobası, minyatür çaydanlığı, üç-beş bardak ve su soğutucusu… Ondan mutlusu yoktu. Yemeğini rahatça yiyebileceği bir masası vardı. Hiç vazgeçemediği ve büyük keyif aldığı çayını her daim taze, sıcacık demleyip, arkadaşlarına ikram edebiliyordu.
70’li yıllar bitmişti. 80’lerin ortasında Anamur’a müze yapıldı ve bir aile oldular. Babam yazın Mamure Kalesi’nde bilet keser, kışın müzede çalışırdı.
33 yıl önce bugün 4 Şubat, ailemizin acı günü… Hiç bilir miydim babamın gideceğini. Bu gidişin ayrılık olduğunu… Her zamanki gibi öğle yemeğinden sonra müzeye gitti, acı haberle sarsıldık. Muzlu kavşakta (ki o zaman ne ışık vardı ne dönel kavşak) babamın Honda motoru ile Akdeniz Seyahat otobüsü çarpışmış. Yaralı olarak Mersin’e götürülürken Aydıncık’tan geri döndüler. Kaybetmiştik. Ansızın bir yıldız gibi kaydı hayatımızdan. Elim bir trafik kazası hayatımızı felç etti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayatımızdaki boşluğu kapanmadı.
O bir turizm gönüllüsüydü. Ben onun kadar işini saygıyla yapan, turistleri etrafın delibozuk zibidilerinden koruyan bir insan daha görmedim. Ölümünden sonra da mezarını ziyaret eden ve başsağlığı dileyen vefalı turistlerimiz oldu.
Sensiz 33 yıl geçti. Bize öğrettiğin değerlerle yaşıyoruz. Canım babam, mekânın cennet olsun. Nur içinde yat benim cefakâr, fedakâr, aziz babacığım.
Ayfer ÖZTOK
Bu satırlarla anlatmıştı Ayfer Öğretmenimiz babasını… Satırların bir tek harfine bile dokunmak bana göre ihanetti… Bir çocuğun kendi gözyaşlarından babası için yazdığı satırlar… En güzel alan, en kutsal olan, en doğru masaldı… Tertemiz… Pürü pak… Hiçbir yerine dokunmadan öylece bırakmak, Kuru Kemal’i kızının çocuk masumiyetinde sözcüklerine emanet bırakmak, aktarmak gerek dedi kalbim… En güzeli buydu. Zaten o kadar derin anlatmıştı ki söz bitmiş geriye susmak kalmıştı.
Bir müzik geldi o an kulağıma. Fazıl Say düzenlemesi; Güvenç Dağüstün, Cem Adrian, Selva Erdener ve Burcu Uyar vurgusu…
İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim

  1. yüzyılda yaşamıştı Muhiddin Abdal. Bektaşî ulularından biri olarak kabul edilirdi. Tasavvuf felsefesiyle, Din inanç, Allah ve insanı; sevgi sözcükleriyle bezeyerek sunuyordu…
    Gerçek insanı arıyor, gerçek insan olabilmenin sırrını anlatıyordu. İnsanın en değerli noktası, saf, tertemiz, masum olan fıtratındaydı. Buna sahip olan bir insan, insanların en güzeliydi.
    Kuru Kemal de; ta yüzyıllar önce bir tasavvuf ehlinin dizelerinde anlatılan işte bu insandı… Hiçbir şey olmadan önce insan olmanın erdemine varmış… İnsan… Oldukça sade ama dolu dolu bir kelime… Yüzyıllar önce tarifi verilendi… Bir insanı anlamak için gözbebeklerindeki gülümseyişi görmeniz yeterliydi… O gözler, onun, kişiliği imzasıydı artık. Tüm bedenine yerleşmiş masumiyetiyle bir zamanlar Anamur Mamure Kalesinin, komutanı gibiydi Kuru Kemal… Kale onunla yeniden fethedilmeyi bekler, her gelende derin öyküler bırakarak görevini en insan, en yurttaş en evrensel yapardı.
    İyilik her canın en eski mirasıydı. İyi ki insanımsın dediğimiz adamdı Kuru Kemal. Çocukların koruyucu amcasıydı. Kalenin burçlarına çıkan ovalı çocuklara; sıkı sıkı tembih eder, ‘’Kalenin bedenleri hem gaypıncak, hem zıypıncak, dikkat edin ha! Sakın düşmeyin a çocuklarım.’’ der göz kulak olurdu. Bunu sadece çocukları korumak için değil, gelen yabancı turistlere de ayrı ayrı der, onlar da bu hem gaypıncak hem zıypıncak diyen anadillerinin üstündeki bu dost sesi, koruyucu gözetici sözcükleri anlarlar minnet duyarlardı. Çünkü onun koruyucu yerel vücut dili, evrenselde vücut bulmuştu.
    İnsan nedir, can nedir, iman nedir, güman nedir, eren nedir, erkân nedir, mihman nedir, mümin nedir, münkir nedir, ayan nedir, pinhan nedir, nişan nedir, hepsinin cevabıydı Kuru Kemal. Bir gülümseyiş, bir sahip çıkışta gösterirdi kendisini.
    Yüzyıllar öncesinin taş duvarlarının arasından Anamuryumlu, Anamurlu, Osmanlılı, Selçuklulu öyküler bıraktı ziyaretçilerin yüreğine.
    Kemal Amcayı ben tek silindirli Honda marka motoruyla Şekerlik Sokak’taki, Arap Bilginlerin alt tarafındaki evinden, her sabah yeniden, yeniden kaleyi fethetmeye giderken; ya da akşamüzeri fetihten dönerken hayal meyal hatırlıyorum diyecekti birileri.
    Kalenin önünde dalgaların köpüğünde çimen taşranın ovalı çocukları da unutmadı Guru Kemal Amcalarını.Masmavi Akdeniz unutmadı. Bembeyaz kumlar,kumsallar,kalenin dibindeki arkın içinde çimen kaplumbağalar da Kuru Kemal’den zılgıtı yiyen uyanık haylaz çocuklar da elbet,elbet unutmadılar Guru Kemal Amca’yı. Bugün Anamur kalesinin önünden geçerken,taşların ardına bir daha dikkatle bakın.
    Bir daha….Bir daha… Guru Kemal sanki burçların arkasına gizlenmiş,saklambaç oynarmış da bize bir sobe deyiverecekmiş, çoraklı bir gülümseyişle el sallayıp, ‘’ burdayım,burdayım, gelin bakalım…. Şaka yaptım aslında gitmemiştim, çocuklarla oyuna dalmışım, kusura kalmayın, burdayım, burdayım, burdayım!’’ deyiverecekmiş gibi.

  2. Gülden Mahmud kimdir :1977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bir çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir