Yazarlar-Konular

MUŞURUP SOKAK

Gülden Mahmut

Muşurup’u yürürken bir kedi kaçar önünüzden ansızın.

Bir ağaç yapraklarını döker başınızdan aşağı.

Bir masal anlatılır; geçmişten gelecekten.

Bir yolculuk daha başlar içimizde…

Bin yıl daha eskir içimde…

Üşürüm…

Bir dal daha kırılır düşer

İçimdeki gökyüzüne.

Muşurup sokağı

Nice anılara, düşlere hayatlara tanıklık etti Muşurup. Adını buz gibi suyundan alan Muşurup’un önünde yıllar sular gibi akıp gitti. Bir zamanlar; köylü kömetlinin yanında, kasabalının da çarşıya vardığı vakit şöyle; işlemeli yağlığını göyneğinin yakasına dolayıp da avuçlarını buz gibi pınarına daldırıp bir avuç yeryüzünü, yüzüne gözüne boca edip serinlediği yerdi Muşurup… Buz gibi su; adamın suratına çarptıktan sonra, cana can katarak, akıp giderdi esmer alınlardan aşağıya… Yol yol Toroslar tüterdi bağrı yanıkların teni… Yalaklardan süzülüp gelen bir destan, bin destan, ışık ışık bin bir yol, yaylaklar tüterdi. Pürenler, arpacık, acı çiğdem…Kuşun kanadında türkülerle gelirdi masmavi bir gökyüzü. Kuşun kanadında türküler…Göçmen evlerinin bir ikindi üstü şenlikli bahçesi… Çocuk çığlıkları ve çocuk gülüşleri; kanatları gökyüzü.

Muşurup’un önünde solgun benzine can gelirdi Çorak insanının. Bu yüzden her gelen bayır köylünün, kasabalı ahalinin durup soluklanıp, canına can kattığı yerlerden biriydi Muşurup Suyu…

Vakti zamanında tam tepesinde de bir muşmula ağacı göğe doğru uzatmış gitmişti başını. Cızlavat lastiklerini yastık yapıp, bir köylü amcanın, günün yorgunluğunu güneşin altında kestirerek attığı yerlerden biriydi Muşurup…

Muşmula ağacının gölgesi ve o gölgede mayalanan sohbetler; altta Torosların bağrından koparak gelen suyun sesine karışır giderdi… Uzun soluklu bin bir gece masalları misali…

Tam arkasında bugün eski hükümet konağının olduğu yerde; evvel zamanlarda bir Rum kilisesi vardı. Kilisenin çanlarıyla, suyun sesi pek bir anlaşırdı. Ne var ki Rum papaz amcalar; suyun başını kendi kiliselerinin önüne çevirince, halk isyan etmiş; herkesin olan bu suyu yine herkesin kılmak için, kaymakama kadar çıkmış; papazı protesto etmiş olmalılar ki; bugün resmi kaynaklarda bu davayı halkın kazandığı yazar. Doğru ya halkın gücü neye yetmez ki?

Kimler soluklanmadı ki bağrında… İşlemeli yağlığıyla silip alın terini; kimler yoksulluğunu, yoksunluğunu sıyırıp atmadı sırtından!

Nalbantların kamyonu, burada soluklandı, Muzaffer, hani şu bizim Muzaffer, yolları temizlediği, koskoca yüreğini burada serinletmedi mi? Ya çocuklar… Bisküvi arası yediği gül lokumlarından sonra dayadıkları ağızlarını, tüm berraklığıyla akan Muşurub’un suyunda dindirmedi mi? Adını sokağa bırakarak sonra… Her bayram arifesinde ve Cumhuriyetlerde, milli egemenliklerde; zaferlere selam çakılarak; önünden geçilip coşkunun sol sağ ayak ritimleriyle yeri göğü inlettiği sokaktı Muşurup sokağı…

Adını buz gibi sularından alan sokak; yıllar boyunca ne sohbetlere ne dertlere ne coşkular sevinçlere ne büyük sırlara ortaktı da; derinliklerinde yüzyıllardan öteye sakladı tüm düşlerini. Önünden düğün alayları geçti davul zurnanın coşkun sesiyle. Cumhuriyetlerin kuruluş anmalarında en güzel şiirlerini haykırdı göğe kasabanın çocukları. Son yolculukları uğurladı hüzünle, kiminde de Yörük obalarının gelip dinlendiği kendinde huzuru bulduğu bir soluklandığı yerde. Çocukların sevinçleri büyüklerin sohbetlerine karıştı sonra Muşurup’ta.

Her sokağın bir hikâyesi vardır ya, bir rengi, ahengi, kimliği, kokusu ruhu. Rengi gökyüzüdür Muşurub’un. Gülüşü bayramlardır allı pullu. Sevince gökyüzü gibi olur teni,öfkelenince çatık kaşlıdır düşleri. Kiminde şairlerin dizelerine tanık olan Muşurup; kiminde de yüzümüzü ruhumuzu şenlendirecek nice öyküler fısıldayacaktır kulaklarınıza. Herkes her şey sussa, yürüdüğümüz yollar, baktığımız duvarlar, kandığımız buz gibi suların anlatacağı bir şeyler vardır size.

Muşurup’u yürürken bir kedi kaçar önünüzden ansızın. Bir ağaç yapraklarını döker başınızdan aşağı. Bir masal anlatılır geçmişten gelecekten. Bir yolculuk daha başlar içimizde… Uzak diyarlarda bir suskunluk çoğalır.

Ama bugün susmuş Muşurup. İnsanlarını yitirmiş önce. Hani şu Rum papazlarla halkın; uğruna davalık oldukları adamlar yok olmuşlar birer birer. Suyun gözü zindan olmuş, zindan. Kapkara kör zindan…

Yoksullaşmış bir sokağın anısı. Ne anlatsın ki, suyun yerinde bile bugün Muşurup’la alakası olmayan bir çeşme, duvarında bu yöreden izlerin eksik kaldığı kabartma resimler… Ağaçların da gölgesi kaybolmuş birer birer.

Oysa dikseydin bir köşesine Tatlıcı Kamil’i, Yanık Hacı’sını. Oturtsaydın soluklanıp bir an serinlemeye gelen Yörük kadınını. Toman bir köşesinde belirseydi çapraz askı çantasıyla; kızdırsaydı yine mahallenin çocukları şaka şamata. Dirilseydi sesleriyle kaldırım taşları. Bir bankına bir taşın üstüne yerleştirseydin şu bizim esmer oğlan şair Abdulkadir Bulut’u; Kasabalı Lorca’yı… Bıraksaydın yazmaya devam etseydi en güzel satırlarını. Yine yörenin oyunları şaha kalksaydı davul zurna eşliğinde; keklik gibi sekerek.

Keklik gibi sekerken genç kızlığımız ,delikanlılığımız, dağın taşın ve göğün üzerinde. Anamur yollarının, kekliği düz ovada avlayanların neşesi inleseydi sonsuzluğa kadar suyun sesinde… Karaçukur’un yaşsız kadınını oturtsaydın bir köşesine, bin yudum suya dönüşseydi suskunluğu önce… Taşsaydı kalaylanmış kaplardan üzüm asması, bir tas üzüm hoşafı. Taşsaydı

kör kuyuların şarkısı. Sonra doldursaydı kabağını Muşurup’un şarkılı sesiyle, kasabalı bir muhacir adamı. Zeytin ekmiş yenmiş sofralar taşsaydı tarlalardan. Dağ rüzgarları esseydi gürültüsünden patırtısından. Nalbantların kamyonu gelip bir dursaydı suyun bağrına. Tozunu atıp sonra, yol alsaydı yine Torosların başına. Çocuk kollarımız asılsaydı kamyonun kasasına… Aşçı Abdullah yıkasaydı denizden çıkan derya kuzularını… Balık pulları suyun gözünde, ışıl ışıl akıp gitseydi ta ötelere.

Muşurup’un başında masmavi göğe doğru yeşeren, muşmulanın kokusu sarsaydı sabahlarımızı… Bir ceviz ağacıyla, başımız köpük köpük bulut olsaydı… Olsaydı eğer… Gölgesinde deliksiz uykulara dalsaydı yine cızlavatını başının altına yastık eylemiş köylüm insanı. Düdükçü Bayram son kez içli içli çalsaydı gırnatasını. Abdal davulları dövülseydi az ötede. İşte o zaman çok şeyler anlatırdı size Muşurup Sokağı. İşte o zaman aşk dolardı kasabanın halkı.

Şimdi ise yeşili solmuş, suyu gözlerden kaybolmuş, dili tutulmuş, sohbeti susmuş, anıları unutulmuş, güzellikleri bir bir tarih olmuş; bayramları, çocuk sevinçleri, rüzgârlarda savrulmuş, bir değişik haller olmuş Muşurup Sokağı…

Gülden Mahmud kimdir :977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bekar ve 1 çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir