Yazarlar-Konular

KARACOĞLAN ÜZERİNE AYKIRI SORULAR-YANITLAR

Ali Ozanemre

Ön/Genel açıklama: Yerelden Evrensele Anadolu Halkbilim Kültür Akademimizin bazı

konularda Enstitüleri vardır. Bunlardan biri de “Karacoğlan Araştırma Enstitüsü”. Başkanı, Ali

Ozanemre, öbür yöneticileri Cemal Algan ve İbrahim Çenet’tir. Şimdilik hem Ali Ozanemre’ye

hem İbrahim Çenet’e, Karacoğlan konusunda aşağıdaki aykırı soruları yönelttik. Görelim

bakalım, neler denilecek… (Ali Yılmaz)

Ali Ozaemre’ye

1.SORU: Karacoğlan’nın doğum ölüm tarihi, özellikle ölüm tarihi üzerine ne dersiniz?

YANIT

Gözden ırak tutulmaması gereken bir durumu baştan belirteyim:

Karacoğlan, yazılı kültürün değil, sözlü kültürün ozanı. Yani bu kültürün ürünlerinin

yazıya geçirilmesi hemen olmaz; ancak yüzyıllar sonrasında. İşin doğrusu bunların çoğu, cönk

benzeri olup yetersiz başka bazı kayıtlar dışında ancak Cumhuriyetimizin kurulmasından sonra

yazıya geçirilmiştir. Halkın değişken belleğine emanet edilmiş bu alanın ürünleri üzerinden bir

de yüzyıllar geçmişse olanlar, olgular, yaşananlar, söylenenler.. kalın bir duman/sis perdesi

altında kalır ki neyin ne olduğu konusunda sağlıklı bir şeyler söyleyebilene aşk olsun.

Bu bakımdan, Karacoğlan’ın doğum-ölüm tarihlerini kesin bir biçimde saptamanın

olanağı yoksa da yapılan araştırmalar, iyi kötü bulgular onun, 17. yy’ın başlarında doğduğu,

zamanına göre uzunca sayılabilir bir ömür sürüp yine 17. yy’ın bitimine birkaç yıl kala bu

dünyadan ayrıldığını göstermektedir. Bu kanıda bütün uzmanların birleştiğini söyleyebilirim.

Karacoğlan’ındır denilen her dize kanıt olmaz. Örneğin;

“Bin on beşte (Miladi 1606) beratçığım yazıldı

Seksen beşte belkemiğim bozuldu”

Böyle dizeler, bölük pörçük olmaları bakımından da kesin kanıt sayılamaz. Karacoğlan’ın

ne zaman öldüğü net değil. Ayrıca, mezarının nerede olduğu da bilinmemektedir.

Bu konuda en güzelini Karac’oğlan incelemesinde İlhan Başgöz yazmış bence:

“… ölünce, sazını mezarın yanındaki bir çamın dalına asmışlar. Bu saz daha çürümemiş.

Ben bu sazın hiç çürümeyeceğini sanıyorum. … esen Garbi yelleri dokundukça bu sazın telleri

ses vermeye devam edecek, bize Karac’oğlan’ı getirecektir. Ona yakışan en güzel mezar

budur.” (s. 104)

2.SORU: Karacoğlan’ın nereli olduğu konusunda ne dersiniz?

YANIT

Karacoğlan’ın nereli olduğu, bir başka söyleyişle “bizim buralıdır” denilen yerleri saymak,

bu yazının oylumunu gereksiz yere şişirir. Onu sahiplenen birçok yer arasında birbirine yakın iki

yer öne çıkıyor derler. Bunlardan biri “Bahçe ilçesi Varsak köyü” öbürü de “Osmaniye ilinin

Düziçi ilçesi Varsak köyü”… Benim kastettiğim “iki yer” bu değil. Bu söyleyişte, yöreyi

tanımamaktan kaynaklanan bilgi noksanlığı var. Çünkü buradaki Varsak (Farsak) köyü, iki ayrı

köy değil, tek köy. Demek oluyor ki eskiden Bulanıkbahça denilen Bahçe ilçesinin Bucağı olan

Haruniye’nin yani şimdiki Osmaniye’nin ilçesi Düziçi’nin köyü Varsak’tır. Şimdi buralarda birden

çok Varsak köyü var ama eskiden bunlar bir tek obaydı, sonradan çoğalıp mahallelere ayrıldı,

mahalleler de bağımsız muhtarlıklar biçiminde köyler oldular. Düziçi (Hanuniye) dışında

Bahçe’de Varsak adlı köy yoktur. Karacoğlan’ın içinden çıktığı Varsaklar bu Varsaklardır. Yani

koca ozanın, “Sana derim sana şol koca Düldül / Çekildi sahilden yaylaya bülbül” diye başlayan

dörtlüğündeki DÜLDÜL dağı yöresindeki Varsak aşireti…

Bir de Feke yöresi, özellikle adı anılan Göğce (Gökçe) köyü Varsakları var.

“Karacoğlan’ın içinden çıktığı Varsaklar” dediğim Düziçi yöresi Varsakarının da Karacoğlan’ın

yaşadığı yıllardaki kökeninin Feke yöresi Varsaları olduğu kanısındayım. (Karacoğlan’ın küçük

obasının Feke yöresinden hangi nedenlerle ayrılıp Düziçi yöresine geçmiş oldukları üzerine

“Döne Döne KARACOĞLAN” adlı yapıtımın BİRİNCİ BÖLÜM’ünde ayrıntılı bilgiler vardır.)

3. SORU: Size göre, ‘Karacoğlan’ın tam olarak bilinmemesi’nin bir nedeni var mıdır?

YANIT

Bu soruya doğrudan “vardır” diyeceğim. Hem de bir değil en az iki neden…

Önce, yukarıda birinci soruyu yanıtlarken değindiğim sözlü geleneğin yazıya geçirilişinin

yetersiz ve çok sonradan olması durumu var. Zamanında, günü gününe yazıyla saptanmamış

olgular, ürünler zaman içerisinde değiştirilir, eklentilerle başkalaştırılır, çoğu da unutulur gider.

Bu, sözlü gelenek ürünlerinin yazgısıdır.

Başka bir neden, sözlü halk kültürüne yadırgı olan okur-yazar kesimlerin çeşitli

nedenlerle alandan uzak durmuş olmalarıdır. Örneğin Osmanlı okur-yazarı, her bakımdan

kopuk olduğu halkın kültürüyle de bağ kurmaktan kaçınacaktır, öyle de olmuştur. Bir de

bunların, halka ve halk kültürüne düşmanlık sayılabilir tutum içinde olanlar vardır. Onlarınki

anlamamaktan, benimsememekten öte bir tavırdır. Bu olumsuzlukların aşılma yoluna girilmesi

Cumhuriyet dönemiyle başlanmış ve giderek güzel sonuçların doğması sağlanmıştır.

Bugün için artık;

“Elif kaşlarını çatar

Gamzesi sineme batar

Ak elleri kalem tutar

Yazar Elif Elif diye” benzeri bir Karacoğlan dilini sevmeyen kimsemiz yoktur desem

yeridir.

4. SORU: “Kirmani de kılıcımız kirmani / Taştan dönmez mızrağımız yalmanı / Böyle imiş

padişahın fermanı / Dağlar melil melil bilmem nedendir” diye başlayan ve Karacoğlan’ındır

denilen bu dörtlük, başka bir güçlü ozanımızın dizeleriyle benzeşmektedir; bu ilişki ve benzerlik

için ne deriniz?

YANIT

İki damarından biri Köroğlu’ndan, ikincisi Karacoğlan’dan gelen Dadaloğlu, 18. yy’ın son

çeyreğinde doğup 19. yy’ın ortalarında ölmüştür ve coğrafyası Karacoğlan coğrafyasıyla

neredeyse bire bir örtüşür. Böyle olunca birinin ürettiğinin öbürüne mal edilmesi hem çok

mümkün hem de doğal bir durum. Kaldı ki halk şiiri dünyasında değiştirme, ekleme, başkasına

mal etme gibi haller, âdeta kaderden sayılır.

Karacoğlan’ındır denilen bu dörtlüğün çok benzeri, Dadaloğlu’nda geçer. Dadaloğlu’nun;

“Kalktı göç eyledi Avşar elleri” diye başlayan ünlü koçaklamasındaki dörtlüklerden biri, şöyleydi:

“Belimizde kılıcımız Kirmani

Taşı deler mızrağımın temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir”.

Buradaki benzerlikle ilgili olarak çok şey söylenebilir. Benim aklıma ilk gelen, birilerinin,

Dadaloğlu dörtlüğünü Karacoğlan söyleyişine bilerek ya da bilmeden yaklaştırmış olabileceği.

Çünkü “dağların melil melil” olması halini bir yana alarak bakacak olursak ilk üç dizenin özü de

Karacoğlan’a pek uygun düşmüyor.

Benzer bir durumla, D. D. Karacoğlan adlı çalışmamda karşılaşmıştım. Kısaca söz

edeyim. Aslında Dadaloğlu’nun bir koçaklamasıdır, karacalama dörtlüğü şöyle:

“Dadaloğlu’m sevdası var başında

Gündüz hayalinde gece düşünde

Alışkan tüfekle dağlar başında

Azrail’den başkasına aman mı”

Karacoğlan söyleyişine yaklaştırılmış öbür dörtlükleriyle birlikte bu dörtlüğe, Karacoğlan

derlemelerinde şöyle yer verilmekte:

“Karacoğlan der ki girdin düşüme

Tor balaban oynatırdın kuşuma

Alışkan tüfekle dağlar başına

Azrail’den başkasına aman mı”

Kim bilir belki de dörtlüğün Karacoğlan hali doğrudur. Karacoğlan’ın olan koşmayı

Dadaloğlu’nca örnek almış, kendi edasıyla yeniden üretmiştir. Olamaz mı; bence bu da olabilir.

5. SORU: Karacoğlan, dindışı Halk Edebiyatın en önemli temsilcilerindendir. Bu,

vurgulanmalı bence; ne dersiniz?

YANIT

Başkaları da var elbet. Ama, Karacoğlan, Halk edebiyatının dindışı kesiminin en

büyüğüdür. Her şiiri, her dörtlüğü, neredeyse her dizesi buna örnek gösterilebilir.

Şiirlerinde dinsel öğeler, motifler, söylemler yok mu? Olamaz olur mu? Hem içinde doğup

içinden geldiğin toplumun sevide, sevgide, sanatta en büyük temsilcisi olacaksın, hem halkın

dinsel söylemlerine uzak kalacaksın… Bu olmaz. Ancak, bu durum yani Karacoğlan’ın

dinsellikle bağı bağlantısı biraz farklı. Daha doğru bir anlatımla onun dine, Tanrı’ya,

Müslümanlığa yaklaşımı, ibadet eder gibi değil sıradan bir halk insanının söylem ve eylemlerine

denk düşer. Örneğin;

Onu sevgilisinden ayırmış olanlar İslâm dinini doğru yolunan saptırmış olurlar:

İslam dinini yastılar

Beni yârimden kestiler

İslâm inancına tam da uyar bir biçimde her ne olursa Tanrı’dan der ama bunu şöyle dile

getirir:

Padişah emretmez Allah emretse

Her güzeli sevdiğine vereler

*

Mevla destur verse bir top gül olsam

Sokulsam zülfünün aralarına

6. SORU: Karacoğlan’da bir Dervişlik, bir Şamalık özelliği görüyor musunuz?

YANIT

Karacoğlan, başına keçeden başlık sırtına derviş ya da şaman cübbesi giyer miydi, cuşa

geldiğinde curasını yere bırakıp ortadaki ateşin çevresinde döner miydi, bunu bilemeyiz; kimse

de bilemez. Ne var ki;

“Yel esince dallarınız atışır

Kuşlarınız divil divil ötüşür

Ören yerler bu bayramda pek üşür

Sümbül niçin yaslı bakışır dağlar” inceliğinde dizeler döken yüreği taşıyan kişinin bir

Derviş, bir Şaman olmadığını kolayca söyleyemeyiz. Kuşkusuz Ortaasya bozkırlarından kopup

gelmiş, tüylü giysiler içinde bir Şaman değildi. Ama bir Şamanla toplumunu oluşturan insanlar

arasındaki ilişki ozanla halkı arasında da vardı. Olmasa, böyle olmazdı.

Mektep medrese görmüş, öncüllerinden el almış bir Derviş de değildi Karacoğlan. Ama

sanırım bir Dervişten daha hoşgörülü, daha alçakgönüllü biriydi. Yoksa; insanı, doğayı, yaşamı

böylesine uçlarda sevmek ve bunları da en güzel dizelerle dile getirmek olanaklı olabilir miydi?

Ben, aşağıdaki dizelerine bakınca Karacoğlan’da Dervişlik, Şamanlık damarı görüyorum.

İyi bakın, siz de göreceksiniz:

“Arılar da gelir konar pürene

Şükür olsun bu sevdayı verene”

*

“Ay doğuyor şafak söküyor sandım

Meğer yarin düğmeleri çözülmüş”

*

Benim vadem senden evvel yeterse

Sür mezar taşıma sinelerini”

7.SORU: Karacoğlan’da, evlerimizin salonlarına yazılıp asılacak, çocuklarımızın düşünüp

davranış kalıbı olarak alabilecekleri veciz sözleri var mı? Varsa örnekler sunar mısınız?

YANIT

Bu soru bana, çocukluk yıllarımı çağrıştırdı. Halk ağzında bazı kalıp sözler olurdu.

Sonraları bunlardan birçoğunu Karacoğlar şiirlerinde dizeler olarak gördüm. Örneğin, yeri

geldiğinde köylülerim;

“Bahanesiz dost köyüne varılmaz

Ya muhabbet kalkar ya bir hâl olur”

*

“Yetmez de kefenim yarım kalırsa

Dostum çemberinden yırtsın yetirsin”

*

“Cehennem yerinde hiç ataş yoktur

Herkes ateşini bile götürür” gibi yüzlerce değil, binlerce örnek gösterilebilir.

Bu arada belirtmek isterim ki bizim köylülerin günlük dilde söz arasına Karacoğlan

dizeleri kattıkları gibi, Türkçe’nin coşkun ozanı-yazarı Yaşar Kemal de romanlarında yapar

bunu. Belki her romanında, özellikle “Dağın Öteyüzü” üçlemesinde…

Sülüs yazılarla yazılıp duvarlarda çocuklarımızın yararlanmasına sunulabilecek böyle

güzel dizeleri olduğunu, halkın onları kullandığını Karacoğlan’ın kendisi de bilir. Bilmeseydi

şöyle der miydi?

“Karacoğlan gider kendi halinde

Söylenir sözümüz êlin dilinde”

8. SORU: Karacoğlan’da, yaşadığı çağları da göz önüne alarak özellikle orta ve güney

Türkiye’de, Toroslarda, Amanos dağları yöresinde baskıya ve zulme uğrayan Türklerin bir

isyanını, bir kendini, kendi kültürünü kullanma isteği doğrultusunda bir direnç bir isyan özelliği

görüyor musunuz?

YANIT

Aşkımızın, sevdamızın, doğa sevgimizin, yaşama ve dünyaya ilgimizin ozanı

Karacoğlan, evet, en çok bunları dile getirmiş, özellikle bu noktalarda duygularımızın,

düşüncelerimiz sözcüsü olmuştur ama toplumun sıkıntılarını da yeri geldiğinde dile getirmekten

geri durmamıştır.

Bunlardan birkaç örneği, aşağıda vereceğim ve sözü bu örneklerle bitireceğim. Okuyucu,

doğrudan Karacoğlan’ın kendisiyle ilgisi olmayan aksaklıkları, olumsuzlukları da dile getirdiğini

görecektir; bu, Dadaloğlu başkaldırısı biçiminde olmasa da…

“Melil melil olmuş yatar

Zindanda kullar iniler”

*

“Muhannetin köprüsünden geçmeden

Düşelim de azgın sele gidelim”

*

“Karac’oğlan der ki geçti ne fayda

Bir vefa kalmadı yoksula bayda”

*

“Bakmaz mısın Karac’Oğlan halına

Garip bülbül konmuş gülün dalına

Kadrin bilmeyenler alır eline

Onun için eğri biter menevşe”

*

“Karac’oğlan der ki kondum göçülmez

Acıdır ecelin şerbet’ içilmez

Üç derdim var birbirinden seçilmez

Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm”

Ali OZANEMRE

  • 1950’de Osmaniye Düziçi Akdere-Farsak köyünde doğdu.
  • Kendi köyünde henüz ilkokul yoktu. Bu nedenle ilkokulu, çevre köy okullarında okuyarak bitirdi.
  • İlkokul sonrasında Düziçi İlköğretmen Okulu’nu (1970), ardından Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nün Türkçe bölümünü bitirdi (1973). Ortaokul, lise ve Düziçi Eğitim Enstitüsü’nde Türkçe-edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. 1999’da emekli oldu. Emekli olmadan önce Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmişti. Halen Adana Barosu’na bağlı avukat olarak Adana’da yaşamaktadır.
  • Şiir, öykü, deneme, inceleme türünde ürünleri sanat edebiyat dergilerinde yayımlandı.
  • Kitaplaşan yapıtları:
  • 1) Aşk Yoksa Ben Yokum, çağdaş rubailer, Aykırısanat y. 1997
  • 2) İkinci Kerem Sonuncu Aslı -Türk/Ermeni Öyküleri- Kendi y. 1998 (2. b 2007)
  • 3) Filistin Sancısı, ırmak şiir, Özgün y. 1999
  • 4) Destanlar/Çobanoğlu (İbrahim Çoban Şiirleri) (Derleme-Düzenleme-Açıklama) Kendi y. 2005
  • 5) Döne Döne KARACOĞLAN (İnceleme) Yoğunluk y. 2007 (2. b Alter y. 2012)
  • 6) Onlar Çocuk Kalacak, öyküler, Karahan y. Mart 2011
  • 7) Onbeş Yunus Koy’verdim Bu Kıyıdan, ırmak şiir, Ekin Sanat y. 2012
  • 8) Kafdağının Kuşları, öyküler, Karahan y. 2015
  • 9) Aşka Açık Unutulmuş Kapımız, şiirler, Aysad y. 2018
  • 10) Gerçek Ay Işığı, öyküler, İzan y. 2020 (Baskı aşamasında).
  • aliozanemre@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir