İMİR’İN İTİ
Muzaffer Yüksel Kaya
Çukurova’nın yaz sıcağını ancak yaşayanlar bilir. Tarifi mümkün değildir. Bu bölgede yaşayan insanların yazın yaylalara çıkmasının bir sebebi de bu sıcaklardır. Geçmişi üç bin yıla dayanan yayla göçü, günümüzde bile hala devam etmektedir buralarda. Çukurova’nın kendine has iklimi göçerliliği mecbur kılmıştır. Bu bölgenin sosyal ve kültürel yaşamında yayla kültürü çok önemli bir yer tutar. Göçerlik, hayvancılığa bağlı bir yaşam biçimidir. Geçimi sadece hayvancılık üzerine olan bölgelerin yaşam şeklidir bu.Yakın bir tarihe kadar yayla göçleri Çukurova’da sosyal yaşamı etkileyen başlı başına bir olaydı. Göçün bir kolu Taşköprü’den Bağdaş üzerinden Göksun yoluyla Kapadokya’ya ’ulaşırken , öteki kol Andırın yoluyla Meryemçil’ üzerinden Göksun’a ulaşarak diğer yolla birleşirdi. İlkbaharla birlikte kır çiçekleri açtığında göçerlerde hayvanlarını otlatmak için Toros yaylalarına çıkmaya başlarlardı. Akdeniz sıcaklıklarının etkili olduğu yaz aylarında ise ,soğuk ve billur gibi temiz pınarların kaynadığı, serin yaylalara çıkışlar giderek hızlanırdı.
19. yüzyılda Çukurova’da yaşanan önemli tarihi toplumsal olaylardan biri , Derviş Paşa komutasında oluşturulan Fırka-ı İslahiye’nin yapmış olduğu iskan hareketidir.
Bu hareketin temel hedefi yöredeki göçebe aşiretleri yerleşik yaşama geçirmekti. Böylece, orduya yeni asker kaynakları yaratmak, bölgeden düzenli vergi toplayabilmek, yöredeki eşkıya faaliyetlerine son vererek yol güvenliği sağlamak gibi hedeflere ulaşılmış olacaktı.
İskana Amik ovasından başlanır. İlk önce Gavurdağı iskânı gerçekleştirilir. Bu iskân sırasında Osmaniye kurulur.
Konar göçerlerin Çukurova, Kozan, Gavurdağı ve Kürt dağlarına yerleştirilmesiyle, bütün bölgenin zamanla nüfusu artar, ziraat gelişir. Bugün Türkiye’nin bu bölgesinin ekonomik ve sosyal açıdan canlı ve hareketli olmasında bu iskanın payı büyüktür.On dokuzuncu yüzyılda gerçekleştirilen bu iskan hareketi göçerlerin yaşamlarında önemli değişikliklere sebep olmuştur.Yerleşik düzene geçişteki acelecilik ve plansızlık çok sayıda insanın ve hayvanın yok olmasına sebep olmuştur.Zamanımızda şekli değişse de yaylacılık artarak devam etmektedir. Çukurova’nın sarı sıcağından sivrisineğinden kaçan halk yine aynı yolları kullanarak Torosların doruklarındaki yaylalara ulaşmaktadır.
Güz mevsiminin başlangıcı, dağ köylerinde iş demektir. Kışa hazırlık demektir. Yaza sağ çıkmanın yolu, güz mevsiminde çalışmaktan geçer. Toros dağlarının yaylalıklarında yaşayan köylüler, bu mevsimde, kışlık odunlarını hazırlar, tarlalarını sürerek, ekim işlerini tamamlarlar. Ailede herkese bir iş mutlaka vardır. Kadınlar, uzun kış mevsimi için hazırlıklarını güz aylarında yaparlar. Salça hazırlamak, tarhana yapmak, kışın bulunmayan sebze ve meyvelerin kurutulması, bu aylarda yapılan işlerin sadece bir kaçıdır. Kendi yiyeceği buğdaydan tut hayvanların yiyeceği arpa, yulaf, çavdara kadar her şey bu mevsim de ekilir. Tarlalar sürülmeye başladığında köyde kimse kalmaz. Kurumuş otlar ve anız artıkları yüzünden sapsarı görülen düzlükler karasaban işledikçe kararır, sabanın peşindeki insanların rengine döner.Vakit ikindiyi geçmişti. Kara Durdu, elindeki mesesi, sürülmüş toprağa sapladı. Dudaklarının arasından kalınca bir ıslık çıktı. Öküzler oldukları yerde kaldılar. Sabanın burnunu toprağın içine iyice soktu. Öküzleri boyunduruktan kurtararak, pınarın başına kadar götürdü. Suladıktan sonra yukarıya doğru sürdü. Güneş hayli eğildiği halde, sıcak hala etkisini sürdürüyordu. Tarlanın kıyısındaki dut ağacın altına doğru gitti. Dala astığı azık çaputunu alarak, tekrar pınarın başına geldi. Çaputun içinden bir yufka çıkardı. Kurumuş ekmek ufaklarını, yufkanın içine koydu, dürüm yaparak, iştahla yemeğe başladı. Dürümü bitirdikten sonra, azık çaputunu topladı, düğümledi. Eğildi, pınarın buz gibi suyundan kana kana içti. Dut ağacından tarafa yürüyerek azık çaputunu tekrar dala astı. Sonra sırtını ağaca yaslayarak gözünü, karşı dağlara dikti. Yorgunluğunun yeni farkına varmıştı. Üç beş evlek yer için kaç gündür gelip gidiyordu. Kendi kendine, ‘Hay böyle irezil hayatin…’diye mırıldandı. Çocukluğundan beri, bu tarlanın rezilliğini yaşıyordu. Rahmetli babası, tarlayı sürerken kendide öküzlerin önünden yürür, su getirir, hayvanları sular, çevreden odun toplardı. Bir koca ömür, böyle geçmişti. Tam, dalıp kendinden geçecek zaman, bir gürültü işitti. Hafifçe doğrulup etrafa baktı. Hiç bir şey göremedi. Bir taş yuvarlanır gibi oldu. Derken uzaktan sesler duyulmaya başladı. Birden bedenini bir korku sardı. “Eşkıyalar” dedi kendi kendine. “Yandık, bir bu eksikti” Tarlanın ormana yakin olan kısmında bir kıpırtı hissetti. Dikkatini oraya verdi. Derken, ayak sesleri duyulmaya başladı. Uzaktan bir ses:
-Pınarın başında istirahat edilecek.-Emredersiniz Komutanım.Patika yolda, bir kaç asker belirdi. Berbat bir haldeydiler. Yorgunlukları hallerinden belli oluyordu. Derken, arkadan bir müfreze asker göründü. Önce çıkanlar, emniyet tedbiri alırken, diğerleri de pınarın başına doğru yürümeye başladılar. Başlarında, ufak tefek biri vardı. Kara Durdu, yerinden kalkarak pınara doğru yürüdü. Yüreğine su serpilmişti. Pınara, askerlerden önce vardı. Öndeki ufak tefek olan, Kara Durdu’ya seslendi:
-Hey! Dur bakalım, kimsin sen?
Kara Durdu, dikkatli bakınca, adamın kambur olduğunun farkına vardı. Rütbesi, yüzbaşı olduğunu gösteriyordu. İçinden “Kambur yüzbaşı dedikleri bu olsa gerek” diye düşündü. Askerlik günleri aklına geldi. Hazır ola geçti. Askerde ezberlediği tekmili okumaya başladı:
-Beşinci topçu alayı, üçüncü tabur, yedinci bölükten, Adana ili, Kars kazası, Halil oğlu, 1315 tevellüt,Durdu Elebakan.
Kambur yüzbaşı, hafifçe yılıştı. Pınarın başına vardı. Şapkasını çıkardı. Askerlerden biri koşarak geldi, şapkayı aldı. Yüzbaşı, eğilerek yüzünü yıkamaya başladı. Bu arada diğer bir asker de, elindeki matarayı doldurarak yüzbaşıya uzattı. Yüzbaşı, suyu tepesine dikti. Matarayı geri uzatırken, hala hazır olda bekleyen Kara Durdu’ya gözü takıldı. Yanına yaklaşmasını işaret ederek:
-Bu pınarın adı ne?
-Ağpınar derler kumandan.
-Çok esaslı suyu varmış. Aslında siz köylüler çok şanslısınız da farkında değilsiniz.
-Anlamadım kumandan.
-Anlamazsın tabi. Şu suyun sizin yanınızda hiç kıymeti yoktur mesela. Ama, Çukurova’da olsan, içecek kuyu suyundan başka bir şey bulamazsın. Sıtma tifo hemen hazırdır. Bak burada suyun en iyisi sizde.Kara Durdu, bayağı keyiflenmişti. Kendini gerçekten şanslı hissetti.
-Kumandan, bizim köyün her tarafından su çıkar. Hepsinin tadı ayrıdır. Hepsi birbirinden soğuktur. Hele şu Yavşanlı tepede bir su var, siz onu göreceksiniz. Her derde devadır. Ta uzaklardan gelip, Yavşanlı pınarın suyunu doldurup götürürler. Götürürlerde, ilaç diye içerler.
-Nerede bu pınar?
-Aha şu karşı dağı görüyor musun, işte onun tepesinden, yavşanların arasından çamların dibinden çıkar.
Aha dediği yer, bir günlük yoldu. Kambur yüzbaşı, biraz önce şapkasını tutan ere dönerek:
-Yanına bir kaç matara al, şu ihtiyarla pınara kadar gidip, doldurup gelin.
Kara Durdu’ya dönerek:
– -Bakalım dediğin kadar var mı?
Zavallı Durdu , dediğine diyeceğine bin pişman olmuştu. Kendi önde, asker arkada, Yavşanlı pınarın yolunu tuttular. Bu kadar yorgunluğun üzerine, çekilecek yol değildi. Patika yolda iki saat yürüdükten sonra, bir çam ağacının altında durup biraz soluklandılar. Bu arada, yukardan, odun yüklü eşeği ile bir genç göründü. Genç, askeri görünce biraz korktu. Yanında Kara Durdu’yu görünce şaşırdı.
-Hayrola Durdu Emmi, nereye böyle dar vakit?
Kara Durdu’nun soluğu burnundan çıkıyordu. Yorgunluktan ölmüştü. Gence dönerek:
-Meraklanacak bir şey yok yiğenim. Sen geçerken bize uğrada, Döne Bibine söyle, merak etmesin. De ki; Durdu Emmim Ağpınarda bir bok yemiş, Yavşanlı Pınara ağzını yıkamaya gidiyormuş de.
Muzaffer Yüksel Kaya : 1 mayıs 1958 Osmaniye / Kadirli doğumlu.Selçuk üniversitesinde okudu. Türkiye gazeteciler cemiyetinde yazar. Özellikle kültür tarihi yazarı. Belgeselci yönetmen ve yapımcı :
Üç bin yıllık göç 2009 yılı ./ 8. özgür film festivalinde ödül aldı 2013
Pyremos ( ceyhan nehri etrafında ki uygarlıkları işleyen belgesel. )