Yazarlar-Konular

ADANALIYIH 

Sevgili dostlar 

 Hayatımda geriye doğru dönüp bakınca şöyle bir muhasebe yapasım geldi.

Ben 1956 doğumluyum, Adana’ya 1970’li yıllarda geldiğimde Adana’da kabadayılar vardı, Adana’da onların kültürü egemendi. Biz o atmosferde büyüyüp, süreç içinde devrimci olduk.

Kabadayı adamları mafya bozuntusu çar çakalla karıştırmayın.

Kabadayılar asla mı asla eroin – esrar işi yapmaz,  kadın ticaretinden uzak dururlardı. O zamanlar, bu mevzu açılınca, onlar durumu şöyle izah ederlerdi: “Hükmü şahsiyetimizin geçtiği daireyi mekan içinde ahlaka mugayir işler yapmak yasaktır, böyle şeylere tasallut etmek mümkün değildir. Hükmü şahsiyetimizin geçtiği daireyi mekan için ahlaka mugayir işler yapmaya yeltenip, tasallut edeni, mesela eroin, esrar işi yapmaya kalkışıp, beyaz kadın işi ile uğraşmaya yelteneni, icabında günah bizden gitsin diye bir defa uyarıp, ikaz ederiz, bunla uslanmıyorsa da alimallah ümüğini sıkıp atarız” derlerdi.

Kabadayı adam, her şeyden evvel  yüreği ile bileğine güvenirdi. Kavgaya girdimi yeke yek olsun isterdi. Yüreği ile bileğine güvenen delikanlı kavgaya girdi mi hemen silaha sarılmazdı; hemen silaha sarılmak, bileği ile yüreğine güvenmemenin bir nişanesi sayılırdı. Onlar şövalyeler gibiydi, kavgada yumruk atıp yere düşürdüğü hasmının üzerine çullanmazdı. Her şeyden evvel, kavgada bile mert olmaya, adil davranmaya özen gösterirlerdi. Pusu kurmak, üç beş kişi birleşip bir kişinin üzerine çullanmak (saldırmak) delikanlılığın raconunda yoktu.

Kavgadan geri çekilenin üzerine gidilmez(di), arkasından bağırıp çağrılmaz, asla mı asla onun hakkında kılu -kal (dedi-kodu) yapılmazlardı. Hasmın hakkında konuşulurken bile adil olunur, mümkün olduğu kadar hasım övülürdü; hasmını övüp yüceltmek, çaktırmadan ben böyleleri ile aşık atıyorum babında kendisini de yüceltmek anlamına gelirdi; Köroğlu’nun kavga ettiği Kiziroğlu Mustafa Bey’e söylediği türküsü buna güzel bir örnektir, kabadayı adama da böyle davranmak yakışırdı.  Adı namı olan büyüklere bi hürmet vardı, bi hürmet vardı anlatamam. Bulundukları mekana namı olan yaşlı bir kabadayı gelmişse, “abim gelmiş hoş gelip, sefalar getirmiş” diye önünden kalkılıp, ona yer gösterilirdi. Biz bu atmosfer içinde yetkinleşerek devrimci olmuştuk. Devrimciliğimizde bu asıl ruhun izleri okunur. Her şeyden evvel harbi insanlardık.  

Yaşar Kemal’in Köroğlu destanını mutlaka okuyun, Çardaklı çamlı bele geldiğinde Kösekenan’ın ona söylediği nasihati iyi dinleyin. Orada mertliğin, delikanlılığın ruhunu görürsünüz.

Mesela Şah İsmail tarihini bu gözle okuyun. Adamlar mertliğe sığmaz, kavga dediğin göğüs göğüse olmalı diye barutlu silah taşımayı reddediyorlar; âsil ruhlu insanlar.

İşte, Ahsenüt Tevarih’te Hasan-ı Rumlu (Rumlu Hasan) yazıyor; Osmanlı Ordusu, Şahın Kızılbaş ülkesine saldırıya gelirken, Şah İsmail savaş konseyini toplayıp durumu görüşüyorlar. Diyar-ı bekirden gelen komutan, “Osmanlı bu coğrafyayı bilmez, yolları üzerindeki şu geçitten geçerken oraya tuzak kurup, Osmanlı ordusuna saldıralım diyor. Bunu yapmak pekala mümkün ama onlar bunu yapmıyorlar.

Şah İsmail, bu öneriyi reddediyor;  “biz adi bir kervan soyucusu muyuz ki tuzak kuralım, dostlukta düşmanlıkta mertçe olmalı. Adamlar gelsin, üçbeş gün dinlensinler, ondan sonra saldıralım. Allah ne derse o olur” diyor. Öylede yapıyorlar.

Saldırgan Osmanlı ordusu, Safevi topraklarına giriyor, üç gün dinleniyor, Çaldıran sahrasında Osmanlı ordusuna saldırıyor Kızılbaş yiğitleri. Bir gün boyunca Cenk oluyor; Şah İsmail bizzat savaşıyor, üç defa mı yedi defa mı ne at değiştiriyor. Savaş sırasında bakıp görüyorlar ki, Osmanlı Ordusu, askerleri toplara zincirle bağlamış, onları yerinden oynatmak imkânsız, bir savaş taktiği olarak, akşam olunca geri çekilip, Çaldıran Sahrasını (Çaldıran Ovasını) terk ediyorlar. Safevi ordusunun bu taktiğini bilen Osmanlı Ordusuda Şah İsmail’in Ordusunun -Kızılbaş tayfasının Peşinden gitmiyor, gidemiyor. Sonuç olarak, Çaldıran ovasında topu topu bir gün Cenk oluyor; bu yüzden bu savaşın yenenide yenilenide yoktur. Kızılbaşlar düşmanın gücünü görüyorlar ama yenilmiyorlar geri çekiliyorlar. Ruhi kalleşlikle, fitne ficirle dolu olanların Şahın aleyhine uydurup söylediklerine bakmayın siz, onlar bir gün boyunca mertçe savaşıp, akşamın karanlığı ortalığa çöküncede geri çekiliyorlar.

Belki bu yüzden Neşet Ertaş bir türküsünde “Gafil varmak biz düşmanın üstüne / Hazır ol vaktine diyenlerdeniz” diyor. Şimdi düşünün: Şah İsmail böyle davranmasa, belki de Neşet Ertaş bu türküyü söyleyemezdi; bazen düşünürümda, bu türküyü söyleye bilmek, savaşı kazanmak kadar önemlidir, diyorum.

Kerbela’da İmam Hüseyin, Yezid, ordusunun komutanı Hür ile karşılaşınca, İmam Hüseyin Yezid’in komutanına bunları söylüyor. “Ey Hür” diyor, “düşün bir defa; biz bu dünyadan göçüp,  öldüğümüzde arkamızdan çocuklarımıza kalan bir miras olarak, namımızı bırakacağız. Sen ölünce Yezid’in saflarında olmuş olman senin sülalene bir yük olacak, çocukların, soyun, solpun senden utanacaklar. Eğer sen geleceğini, öldükten sonra çocuklarına bırakacağın mirası düşünüyorsan, asıl sen Yezidin safından dön, benim safıma geç, böylece çocuklarına şanlı bir miras bırak” diyor. Sonuç olarak, Hür, Yazid’in safından Hüseyin’in safına geçip, Hüseyin’den önce, Hüseyin’in aşkı için canını veriyor. Bu yüzden “Hür Şehit” dendin mi, akarsular durulur, o Alevi edebiyatının en şanlı yerinde bir merhale gibi yükselir; bugün bile bir insan için  Hür şehidin soyundan gelmiş olmak bir şandır, şereftir.

12 Mart darbesinden sonra, Deniz Gezmişgili astıran komutanların çocukları “biz bu ağır yükü taşıyamıyoruz” diye  soyadlarını değiştirmişlerdi; Bu 12 Eylülden sonra da oldu. Bizler her şeyden evvel bilmeliyiz ki, geleceğe, miras olarak şanımızı şöhretimizi bırakacağız, paramızı pulumuzu değil.    

Hırant Dink, kalleşçe arkadan vurulunca, “bunu vuran kalleş faşistin biridir, yaptığı eyleminde ruhu okunuyor” demiştim; öyle de çıktı. Kişinin yaptığı iş, tuttuğu yol, kişinin kendi imzası gibidir. Var mı burada, insana, delikanlıya yakışacak bir durum, yok. Her iş böyledir işte.  

Şimdi baştaki muhabbete dönersek Selahattin Demirtaş, tutuklanacağını bile bile yurt dışından geldi. Onca zamandır, adil bir mahkemede yargılanıp caza almadığı halde, zindanda tutuluyor. Adil bir mahkemede yargılanıp, cezası kesinleşen kişilerin cezasını çekmek için atıldığı yere cezaevi, adil bir mahkemece verilmiş cezası olmadığı halde,  suçsuz kişilerin atıldığı yere de zindan denir. Selahattin Demirtaş bu gün zindanda yatıyor, onun bu halini savunmak delikanlılığın raconunda yoktur, olamaz. Bu tutum son derece insani bir tutum alıştır, buna ideolojik kılıflar aramaya gerek yok. Her şeyden evvel adil olacaksın, ölçüye tartıya dikkat edeceksin, düşmanına bile mertçe, delikanlıca davranacaksın. Biz her zaman ilkelerimizin adamı olduk, ilkelerimizden asla dönmedik, baş verdik ama zalimin, haksızın karşısında boyun eğmedik; şah demeden bir türkü söyle seni asmayalım dediler; şah dedik. İmam Hüseyin, Kerbelada şöyle diyor: “Ey Yezid ordusu, bilin ki bu baş, hiçbir zaman haksızın karşısında eğilmemiş bir baştır, bu başı kesinci, bu başı toprağa gömerken bile dik gömün, bu başa toprakta yatarken bile eğik durmak yakışmaz” diyor. Kerbela’dan bize kalan mirasın, Hüseyni direnişin özü işte budur; zalimin karşısında eğilmeyip dik duracaksın, ilkelerinden taviz vermeyip, onu her koşulda savunacaksın.

Hüseyin’den, Pir Sultan’a uzanan yolun özü işte budur.

Biz babamızdan, anamızdan, atamızdan bu nasihati aldık. Böyle gördük, böyle bilir, böyle söyleriz.

Ali Rıza Aydın kimdir :  1956 yılında Şarkışla’nın Emlek bölgesine bağlı Kaymak köyünde doğdu. Köyde okul olmadığı için, ilk önce babasından eski yazı denilen Osmanlı elifbası ile okumayı öğrendi. 1967 yılında köye okul yapılınca okula kaydolup, ilkokulu 4 yılda bitirdi. Okumak için geldiği Adana’da sosyalist gençlik hareketi içinde bir militan olarak bulundu. 1977 yılında Adana’da kurulan “Çukurova Devrimci Gençlik Derneği’nin” başkanlığını üslendi. Sosyalist bir militan olarak, defalarca gözaltına alındı, hapse girdi, işkencelerden geçti, sürgün cezası yaşadı, aşkı da acısını da tattı. Ona sorarsan o, “Devrimci olmanın kahrını da, onurunu da yoldaşları ile paylaştı, hissesine düşeni gani gani yaşadı.” Yaşanılan süreçler hakkında önlerine gelen, gündemlerinde olan sorunlar hakkında sayısız makale, mektup, bildiri yazdı; yurt içinde, yurt dışında konferanslar verdi. 3 ile 5 Ekim 2013 tarihinde Bingöl Üniversitesi’nin düzenlediği, “Geçmişten Günümüze Alevilik” başlıklı Sempozyuma sunduğu, “Kadıncık Üzerine Tefekkür” adlı tezi, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın Serçeşme Yayınevince kitap olarak yayınlandı. Aynı yayınevinde “İslam’da TERMİDOR” ile “Alevi Edebiyatında Nusayrı” adlı kitaplarını yayımladı. “Anadolu Tarihinin Gizlenen Yanı”, “Phantom Pain”, “Üstüne Yol Uğrayınca – Bir Devrimcinin Hatıratı” adlı kitapları yayımlandı. “Sol Üzerine Tefekkür” isimli eseri okurla buluşturan yayınevimiz, yazarın “Çelebiler Zamanı” adlı eserini yayıma sunmaktadır. Aşk ile.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir