DARI EKMEĞİ
Gülden Mahmut
Kristof Kolomb’un SofralarımIzdaki Yeri
Kristof Kolomb, 1493 yılında, okyanusun ortasında yol aldığı bir gemide Meksika sahillerine dönerken avuçlarında bir tutam mısır tutuyordu. Böylelikle mısır ilk defa anavatanından turistik bir geziye çıktığını sanıyordu besbellim… A benim canını sevdiğim…
Mısır’a nerelisin diye soracak olsak bir; “Anamurluyum hoynu ayağan!” der elbet. Sahi mi gızzzz, diyecek olsanız dile gelecektir. Hele bir seslenin bakayım! Hatta adın nedir desek “Ne mısırı! Öz be öz Yörük gızıyım, öz be öz darıyım hoynu ben!” dediğini duyacaksınızdır da size, az da olsa terslenerek… Bir deneyin. Haydin…
Hikâyesi taaa yüzyıllar önce Amerika da başlasa da; Kristof’un; demir yumruk tayfaları ve tek göz korsanları alt ederek okyanusu yara yara taaaaaaa binlerce mil ötelerden Meksika topraklarına ayak bastığında da; bizim hanım kız, esassah dile gelse ‘’Ben öz be öz sizdenim Anadoluluyum… Ermenekliyim. Hatta Anamurluyum Nasrıdınlıyın, Orhanalı, Başışdanım hoynu bilmemişiğiz.” deyip tüm köyleri bir selamlayacak sonra geçip oturacaktır soframızın başköşesine… Hadi durmayın bir deneyin… İnanın göreceksiniz güzel yüzünün aydınlık bir gülümsemeyle size “He!” dediğini muzip muzip bir edayla…
Binlerce yıldan beri tarımı yapılan birkaç ender bitkiden Anavatanı Amerika kıtası olup; buradan dünyanın her yerine yayıldığı bilinir onun. Meksika eyaletinde yapılan arkeolojik kazılarda, kayalardan oluşmuş barınaklarda ve mağaralarda bulunan mısır taneleri ve mısır koçanı parçalarının yaklaşık 5000 yıllık oldukları tespit edilmiştir.
Bizim buralarda ise hikâyesi; sabah ezanından itibaren tap tap seslerine karıştı onun… Darı koyduk önce adını… Toroslarda yankılana yankılana taaaaa ötelerden beri… Darı ekmeği aldı yıllarca sofralarımızda başköşeyi edalı bir kız gibi. Kız gibi diyorum. Cinsiyeti olsaydı elbet doğurganlığı ve bereketiyle bir genç kız olurdu bizim kasabamızda adı…
Yeni dünyanın keşfedildiği yıllarda, Amerika kıtasının pek çok bölgesinde mısır tarımı yapıldığı; buradan Dünya’nın her yerine yayıldığı bilinmektedir. Yapılan arkeolojik kazılarda, toprağın 50-60 m derinliğinde, yaklaşık 7000 yıllık olduğu belirlenen mısır çiçek tozlarına rastlanmıştır. Yabani mısır bugüne kadar bulunamadığı için, mısırın orijini ve tarihine ilişkin kesin bir bilgi elde edilememiş, bu konuda çeşitli teoriler üretilmiş ve hepsi de günümüzde hala tartışıla gelmektedir. Ancak, yapılan tüm arkeolojik kazılardan elde edilen bulgular, mısır bitkisinin 8.000 ile 10.000 yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir.
Hatta şu an Meksika’nın olduğu bölgede eski dönemlerde yaşayan Aztekler, pek çok mısır tanrısına tapmışlar ve daha fazla verim için, ayinlerinde insanları bile onlara kurban olarak sunmuşlardır.
Bir dönem Kızılderelilerin mitolojilerinde, mısırın; tanrıların bir armağanı olarak görüldüğü bile olmuştur…
Kristof Kolomb’un avuçlarında ilk kez 1493 yılında, dünya turnesine çıkan mısır; birkaç yıl sonra ise, Portekiz, Fransa ve İtalya başta olmak üzere, Güneydoğu Avrupa ve Kuzey Afrika’nın geniş alanlarında kendine yer bulmuştur. Vardığı her toprakta bir assolist unvanıyla karşılanır gibi rengârenk püskülleri uçuşmuştur rüzgârda… Hem de başka başka tatlarla birleşerek.
Denizci bir millet olan Portekizliler, 16. yüzyıl başlarında mısırı Afrika’nın batı kıyılarına, daha sonra da, Hindistan ve Çin’e götürmüşlerdir. Buralardan da bütün Asya’ya yayılmıştır. Mısır bitkisi böylelikle, yüksek çoğalma oranı (bir taneden, yaklaşık bin tane meydana getirmesi) sayesinde çok hızlı bir şekilde bütün dünyaya kolaylıkla yayılmıştır.
Girdiği pek çok bölgede, çok sevilmiş hanım kızı, oğluna gelin etmek istemiş; Kolomb babadan, Allah’ın emri Peygamber Efendimizin kavliyle istenmiş ve sofralarda kostümlerini her defasında değiştirerek yer almıştır değişik değişik sunumlarla…
Bu bitkiye, ülkemizde mısır adının verilmiş olması, bu bitkinin Mısır ve Suriye üzerinden girdiğinin bir göstergesi olsa da bu pek hürmetkâr kızımıza, bizler de yabancılık çekmesin diye Eski Türkçe tar- (dağıtmak, yaymak, saçmak) Eski Yunanca spérma/sporá (tohum) Arapça ḏarra ͭ (tohum) < ḏarra (saçmak) anlamına gelen; darı sözcüğünü uygun bulmuş ve yeni nüfus hüviyetiyle mutfaklarımıza konuk etmişiz hanım kızımızı…
O da buna karşılık teşekkür etmiş bize çeşit çeşit lezzetlerde… Yeri gelmiş; darı dövmesi, darı yahnisi olmuş, düğün dernek ve mevlitlerimizde… Sofraya çöken Türkmen obalarını doyurmuş, yeri gelmiş diş hediği olmuş kaynatmışız arpa, buğday, baklagille; ceviz susam serperek üzerine. Tüm Anadolu’da patlamış pat pat… Patlatışmış mısır olmuş adı… Uzun kış gecelerinde bizi eğlenceye boğmuş bu yüzden adı yeri gelmiş kimi toprak damlı evlerde eğlencelik olmuş; yoksul sofraların eftiği, can yoldaşı, gönül alanı… Mis gibi kokusu sokaklarımıza taşanı… Yılbaşı eğlencelerinde tombalanın üzerinde çinkoyu tamamlamış çoğunda. Uzun soluklu bir çinkoooooo olmuş yeni bir yıla bağlayan zamanlarda… Yeri gelmiş odun ateşi kazanlarda fokur fokur kaynarken
a… Yeri gelmiş odun ateşi kazanlarda fokur fokur kaynarken yaz ikindilerinde elimize tutuşturulan mis kokulu yar olmuş… Fıstık tarlalarında koşturan çocukluğumuzda püsküllerini saç yaptığımız, üzerine Sümerbank basmasından entari diktiğimiz oyun arkadaşımız olmuş. Anamur ovasında koşturarak büyüyen çocukluğumuzda evciliklerimizin oynandığı yer olmuş. Salatanın içine eklenerek, taş değirmenlerde öğütülerek gelmiş yerleşmiş yoksul sofralarımıza bizi doyurmuş…
Kiminde de Ermenek’ten Torosları aşa aşa darı ekmeği olup gelmiştir sofralarımıza işte en çok da o vakitler; Anamur’un daha çok Anamur olduğu yıllarda, Çorak’ın üzerine günün döndüğü, Torosları aşan güneşin ruhumuzu ısıtmaya başladığı erkenci horozların sesine uyanan kadınların senidin üstünde patıldata patıldata ettiği benim en sevdiğim olmuş… Adına darı ekmeği denmiş; kürek yapılmış bir gıdım koparılıp ucundan, koyun yoğurduna daldırılıp karınlar doyurulmuş… Kalaycı Hikmet Ağa’nın apak kalayladığı kaplarda aşımıza ortak olmuş…
Hikâyelere karışmış kiminde adı, herkesi neşeye boğmuş. İstanbul’dan Anamur’a gelin getirilen bir kız; pat pat sesiyle uyandığı bir sabah vaktinde, ne olduğuna anlam verememiş bu seslerin, telaşlanmış da evi yaygaraya boğmuş. Atıp kendini sokak aralarına “Koşun düşman geliyor, komşu evde dövüş var; biri, birini dövüyor!” yaygarasını basarken; her evden sabah ezanıyla yükselen bu seslerin ne olduğunu anladığında şok olmuş. Her kadının elinde döndürüle döndürüle pat pat dövülerek kıvama gelen darı ekmeği; yoksul sabahları zenginliğe boğmuş… Sıcacık sıcacık bükülen sıkmalarda arasına sürülen tereyağı ve keş çomaçlarında bizim hep en sevdiklerimizden olmuş… Hele sarı darıyla yapılan darı ekmeklerinin lezzeti, kokusu tüm sokağı aşıp yoksul kasabamızda bir vaktin adı olmuş…
“HUUUU Anadın aba yuuuuuu… Darı ekmeği edecez gel get hoyn!” seslenişinde, muhabbetin adı olmuş.
Dünya üzerinde, 70 milyon çiftçi ailesi, mısır tarımı ile uğraşırken bir darı ekmeğinde kaldı gönlüm… Kurdum sofrayı ortaya, bir leğende kıvam bulan darıyı; yoğururken, senidin üzerinde pat pat sesleriyle yankılandı darı ekmeğinin destanı Toros Dağlarında.



Gülden Mahmud kimdir : 1977 Yılında Anamur ´da doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Anamur’da tamamladı. Atatürk Üniversitesi Kazımkarabekir Eğitim Fakültesi Edebiyat Bölünden 2000 yılında mezun oldu .İlk olarak Anamur Güngören İlköğretim okulun da göreve başladı. Daha sonra Gaziantep, Edirne ve İstanbul’da farklı okullarda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Bekar ve 1 çocuk annesi olan Gülden Mahmud 2017 Eylül ayından itibaren Valide Sultan Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde müdür yardımcısı olarak görevine devam etmektedir.