ANDIRIN AĞALARI SU BÖLÜŞÜMÜ VE ÇELTİK
Musa Tolu
Sayın okur,
Orman yangınlarının, kuraklığın ülkeyi ve coğrafyamızı hatta dünyamızı teslim aldığı, beslenme zincirinin iyice bozulup açlık tehlikesine muhatap olduğumuz şu günlerde su ve toprağın bölüşümü ve kullanılışı yeniden en önemli gündem oldu. Dünya kaynaklarını kullanan ve yönlendiren hâkim güçler, yaşamı ve doğayı geri dönülmez bir noktaya getirdiler. Peki nasıl geldik bu günlere? Ülkemizi, hatta dünyamızı sarsan bu gidişat nasıl başladı? Bu kısa yazı küçücük bir kasabada su ve toprak bölüşümü ve kullanımının yüz yıllık tarihine bir huzme ışık olur düşüncesiyle kaleme alındı.
Cumhuriyet; Mustafa Kemal’in dehası, Osmanlı’nın artık paşaları, İstanbul’un İttihatçıları, Anadolu’nun ayan, mütegallibe ve ulemasının iş birliği ile kurulabildi. Fakir Anadolu çocukları canlarını vererek; İttihatçılar örgüt deneyimlerini devreye sokarak, ayan, ağa takımı da paralarını ortaya koyarak kazanıldı Kurtuluş Savaşı.
Yeni devletin kurulmasıyla birlikte başladı paylaşım savaşı ve kurucular arasındaki rekabet. Bu amaçla eşkıya besledi ağalar. Bu nedenle 1933 yılına kadar (Dersim 1939) asayiş ve hâkimiyet kurulamadı memlekette. Bu kaosa bir de düvel-i muazzama ile sabık padişahın çomakları sokulunca Kuruluş, Kurtuluş’tan çok daha zor ve zahmetli oldu.
Yeni devlet, İstanbul efendilerine bürokrasiyi, Kurtuluş’a katılan paşalara rütbeleri, mütegallibeye ülkenin topraklarını vererek ödeyebildi borcunu.
Medeni kanun, okuma yazma seferberliği, tedricen özgürlük, daha kestirme bir ifade ile kâğıt üzerinde bile olsa yurttaşlık haklarından başka maddi olarak halka verecek bir şey kalmamıştı ortada.
Bunun ezikliğini ve mahcubiyetini çeyrek yüz yıl yaşadı kurucu kadro. Telafi için; Köy Enstitüleri projesi, toprak reformu girişimleri, feodaliteyi pasifize etmek için alınan önlemler yaraya merhem, derde çare olmadı. Ondan sonrası malum… Kuruluş’un başında yapılamayan işlerin, alınamayan tedbirlerin sıkıntısı katlanarak aktarıldı kuşaktan kuşağa. Hürriyet, eşitlik ve kardeşlik uğruna Kurtuluş’takinden çok can verdi halkın çocukları bu topraklara ve bu hâlâ devam ediyor. Kurbanlıklar…
Kamber Rişvanoğlu anılarında; Yüzbaşı Osman Tufan’ın önderliğinde Çukurova’nın işgaline karşı yapılan çete savaşlarında, Yaycıoğlu İbrahim Ağa’nın 5.000, dedesi Araboğlu Ali Bey’in de 2.000 altınla Kuvayı-i Millîye’ye maddi katkıda bulunduklarını yazıyor.
Andırın ’da siyasi partilerden biri, ön seçimle milletvekili adayı belirliyormuş. Köy delegelerinden biri, sandığın başında Kinyas Ağa gibi oturan ilçe başkanına uscaalıktan; “Başkanım, adaylar kim? Hangisi münasip? Kime verelim oyumuzu?” diye sormuş.
Başkan, kendinden oldukça emin; “Valla emmioğlu, adayları ben de çok iyi tanımıyorum. Ama parayı az verene az oy, çok verene çok oy veriyoruz” demiş.
İşte Cumhuriyet hükümeti de aynı anlayışla dağıttı araziyi ve suyu. Parayı çok verene çok, az verene az verdi. Verilen canlar, akıtılan kanlar bölüşümde hesaptan sayılmadı. Önce arazileri bölüştü eski mültezimler ve ayan. Sonra da sulara el koydular. Tek parti döneminde bölgenin siyasi gücünü tekelinde tutan Yaycıoğluları için ark çekmek, suyu sahiplenmek konusunda bir engel yoktu. Hem sağ sahiline hem sol sahiline tartışmasız ve itirazsız çektikleri arklarla tek başlarına yıllarca kullandılar Andırın Çayı’nın halka ait suyunu.
Zülfikaroğullarının suya ortaklığı o kadar kolay olmadı. Öncelikle yirmi beş yıl beklediler siyasi gücün el değiştirmesini. Güç ve otorite Yaycıoğlularının elindeyken teşebbüs bile edememişlerdi. Sonra tesisi zor bir güzergâh seçmek zorunda kaldılar, daha çok harcamada bulundular, daha çok zaman gerekti. Bunların dışında Yaycıoğluları, arkın geçeceği yerdeki arazi sahiplerini koruyup kollayarak örgütlediler ve Zülfikaroğluna karşı kışkırttılar.
Zülfikaroğlunun arkı, Maraş Deresi kavşağına gelince önüne durdu Kabalcılar. İş, mahkemeye düştü.
Zülfikaroğlu, Beşbucak Köyü’nde beklemediği bir dirençle karşılaştı. Minnetler, rüşvetler, aracılar fayda etmedi. Arkın geçmemesi için Yaycıoğlu’nun desteğiyle direndi ve dikeldi CHP tutkunu Hacı Ahmet Kabalcı. Keşif alanında Ali Zülfikaroğlu’na karşı koyduğu tavır, aralarındaki gerginliğin boyutunu gösterir:
Hacı Ahmet Kabalcı, Zülfikaroğlu Ali Bey’e:
-Beyim, ben bir binek taşıyım. Atınıza, üzerime basmadan binmeye kalkarsanız ayağınıza çamur bulaşır, b.ka basarsınız. Ben bir gedikte ulursam başıma kırk tane çakal toplanır. ‘Vermiyom tarlamı, ne isten benden’ demedim mi size, deyince Ali Bey:
-Söyledin Kabalcıoğlu. Her sözün hafızamda. Ama bu ark ne pahasına olursa olsun buradan geçecek, diye dayatır.
-Anladım Beyim. O zaman buradan iki cenaze çıkacak. Sizinki ciple, benimki çulla taşınacak kabristana. Bilesiniz ki farkımız bu kadar olacak. Ondan sonra huzurda ikimiz de eşit şartlarda olacağız. Elinizden geleni yapın.”
Hacı Ahmet Ağa böyle diyecek ama bu sefer de Ali Bey, iktidarın gücü ve hukuk tanımaz tavrıyla tedbir koydurup jandarma kuvvetiyle geçirecektir arkı.
Tarımsal mekanizasyona sahip olana kadar toprak ağalarının bitkisel üretiminde kadınıyla erkeğiyle onlarca yıl angarya çalıştı köylüler. Bir kısmına da hayvanlarını, sürülerini güttürdüler. Atlarına, ahırlarına baktırdılar. Feodalitenin en erken elemine olduğu Andırın ‘da bile adları, ağaları adına yaptıkları işlerden miras kalan birçok isme ve şahsa ben bile geldim yetiştim: Naharcı A., Tosuncu B., Seyis C. Camuzcu D., gibi… Dahası, Orman Bakanlığı kuruluncaya kadar (1946) Andırın’ın kolan dolanmaz kamalaklarını, başı görünmez göknarlarını bedelsiz kestiler. Köylülere de bedava işçiliğini yaptırdıkları yetmezmiş gibi bir de kendi kağnılarıyla istasyonlara kadar taşıttılar, karın tokluğuna.
Ağalar, önce çeltik ektiler açılan arazilere.
Çeltik tarımı Yaycıoğlu ve Zülfikaroğlu ailelerinin tekelinde kaldı; başladığından, bittiği güne kadar.
İlk ortakları ve danışmanları Maraş’tan geldi. Evliya Mustafa Efendi, her iki aileye de yol gösterici oldu. Sulama ustalarını (sakaları) istinasız Maraş merkez köylerinden temin ettiler.
Omuzlarında Maraş beli, ayaklarında ak bezden şalvarlarıyla ağaları adına teslim aldılar Andırının çaylarını, derelerini. Sakabaşı, yetiştirme sezonu boyunca çeltik salağında ağanın vekili, sevk ve idareden sorumlu tek yetkiliydi.
Kaynağını Sarımsak Dağı eteğindeki Haştırın mevkiinden alarak Andırın ovasını ortadan ikiye bölen Andırın Çayı’ını (Ulusu) onlarca yıl tek başlarına kullandı Züİlfikaroğlu ve Yaycıoğlu aileleri.
Amerikan çeşidi akala, Türkiye’ye geldikten sonra başladı Andırın’da sulu pamuk ekimi.
İşte budur miladı su kavgasının.
Sahipler, geniş çeltik üretim alanlarından artan suyu, ihtiyaç duyan köylülere fahiş fiyatlarla sattılar. Kuralı çiğneyenler, önce saka teröründen aldı nasibini.
Çeltik salaklarını, kapıkulu askerleri gibi korudular, örgütlü ve silahlı saka güruhu. Bunun yetmediği anlarda on, on beş yıl önce kaçak tütün içtikleri için sık sık ziyaret ettikleri karakolların izbe ve loş nezarethanelerinde yine jandarma dayağından geçirildi su hırsızları(!).
Particilik, adam kayırma ve yandaşlık, gergin sosyal olaylar yaşattı bölünmüş, parçalanmış bilinçsiz köylülere. Halkın su kaynakları, ihtiyacı olanlara parayla satıldığı gibi seçimlerde de rüşvet ve şantaj aracı olarak kullanıldı.
Fakat feodalitenin kaderi yenilgiye mahkűmdu. 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ruhu ve 68 kuşağının bilinçli mücadelesi yeni bir dönemin ayak sesleriydi. CHP’nin sol açılımı, TİP’in sosyalist söylem ve eylemleri olayların akışını ve hak arama yöntemlerini yeniden belirledi ülkede.
“Toprak işleyenin, su kullananın” sloganının araladığı kapıyı kapatmaya gücü yetmedi mütegallibe artıklarının. Çaresiz duruma el koyan devlet, Keşiş ve Andırın çaylarının kullanma hakkını 1973 yılından sonra hak sahiplerine teslim etmek zorunda kaldı. Ve geride kalan kırk sene içinde bilinen ağalığın ve feodalitenin izi kalmadı Andırın’da, Kadirli’de ve Çukurova’da.
Özetle, bu süre içinde arazilerin yarısından fazlası el değiştirdi. El değiştiren arazilerin, çiftliklerin yarıdan çoğu da yeni varsıl eski yarıcılara, marabalara geçti. Çünkü tarih tankının çelik paletleri yavaş ama engel tanımadan yol aldı menziline doğru!
*
Cumhuriyetle başlayan, su ve toprak bölüşümü şekil değiştirerek bugün de devam ediyor aslında. Dün çeltik salakları için ağa ve mütegallibeye rüşvet verilen su kaynakları, bugün HES’ler adıyla yandaşlara ve işbirlikçi kompradorlara peşkeş çekiliyor. “Ordu’nun dereleri” gerçekten de yukarı akıtılıyor, para için. Dün düzene ve iktidara kırsaldan sahip olan feodalite, vahşi kapitalizmin de yardımıyla varoşlardan aldığı kontrolsüz güçle kentlerde rant üstüne rant öbekleri yaratıyor.
Kırk yıl öncesinin ülke bütçesi kadar rakamlara, metropollerde bir daire ya da bir dükkân alınamıyor artık. Göller, sulak alanlar bin bir desise ile kurutularak üç beş açgözlü zübüğün çıkarı için katlediliyor; doğanın dengesi bozuluyor, beslenme zincirinin halkaları koparılıyor. Böylece, gelecek kuşakların yaşamları tehlikeye atılıyor.
Uluslararası sermayenin saygın murahhaslarını ya da riyakâr Petro dolar milyarderlerini konaklatmak, konuşlandırmak için Akdeniz’in, Ege’nin el değmedik koylarına bir kibrit çakımı ateş yetiyor artık. Çaka Bey’in, Turgut Reis’in kaptanlığında levent kanlarıyla kızıla boyanan bükler, şimdi “her şey dâhil” uşaklıklar için alazlara büründürülüyor. Veya “kat karşılığı” rüşvetler için defalarca değiştirilen imar planları sayesinde ata mirası yalılar, köşkler, kasırlar.. “elektrik kontağı kazası”na kurban ediliyor.
Ama biz bugünkü vaziyeti, daha objektif ve önyargısız yazılır diye bir sonraki kuşağa bırakarak yaklaşık yüz yıl önce olanları, yaşayanlarından dinlediğimiz ve bir kısmına şahit olduğumuz kadarı ile not düşelim tarihin silinmez sayfalarına.
Yaşadığımız ayrışma ve ayrışmanın neden olduğu terörün, güvensizlik ortamının tez günlerde bitmesi, binlerce yıldır kanla karılan bu toprakların Fırat’la, Dicle’yle, Ceyhan’la, Seyhan’la sulanması dileğiyle.
Musa TOLU: 1955’te Andırın’ın Beşbucak Köyünde doğdu. Düziçi İlköğretmen Okulu’nu, Ç. Ü. Ziraat Fakültesi’ni bitirdi. Çukurova Üniversitesi ve Sabancı Holding
bünyesinde uzman mühendis, yönetici olarak 25 yıl çalıştı. Sözlü halk kültürü üzerine
inceleme ve derleme çalışmaları yaptı. Folklor araştırmaları konusunda üç kitabı (ÇFÜM 1,
ÇFÜM 2, ÇFÜM 3) yayımlandı.
(İletişim: musatolu@gmail.com)