Yazarlar-Konular

YORGUN İŞARET PARMAĞI SENDROMU

Musa Tolu

Sayın Okur,

Birkaç yıl oldu, çok sevdiğim, saygı duyduğum, ara sıra karşılıklı ev ziyaretlerinde bulunduğumuz bir teyzem; (annemle yaşıt) seyrekleşen görüşmelerimiz için serzenişte bulundu, kahır etti bize. Ben de yaşlandığını vurgulayarak, gösterdiği hizmet ve engin gönüllülüğünden ezildiğimizi ifade ettim. Köklerinin geldiği Kafkasya gibi coşarak; “Ben yaşlı ve karı değilim. Kaynanası yaşayana gelin denir. Daha benim kaynanam yaşıyor, bana da Arnavutların gelini derler” diyerek yaşamım boyunca unutmayacağım bir ders ve gelin tarifi aldım Meliha Teyzemden…

*

Bizim oralarda bir gelin (Anladık. Kaynanası yaşıyorsa yaşının önemi yokmuş!), sağ el işaret parmağındaki acıdan çok mustariptir. Parmağının ucundan başlayan sızı yüreğine vuruyor. Bir ağrı ki; bütün bedenini paralıyor. Bıçak tutamıyor, çayını karıştıramıyor, tokasını takamıyor, düğmesini ilikleyemiyor sağ işaret parmağının ağrısından. Tırnak batması yok, dolama yok, yanık yok, kesik yok ama bu ağrı düşman başına, dayanılır gibi değil. Eklem romatizması, sinir sıkışması da yok. Ama yine de ağrıyor işte…

Bu müzmin marazın konu olduğu bir akşam; güngörmüş, yok, yoksul, bir eteği tuz, bir eteği un çıkını çocuklarını büyütmüş çilekeş kaynana dayanamıyor; “parmağın kökten kopar inşallah! Ne var senin bu nazik parmağında? Ne yapıyorsun, hangi işlerin yorgunusun da ağrıyor bu sağ işaret parmağın?” diye patlar. İşte tam o zaman teşhis eder mazlum gelin derdinin sebebini. Aynı sertlikte cevaplar anlayışsız ve vicdansız(!) kaynanayı. “Her işinizi ben yapıyorum. Daha ne yapayım? Ocağınıza düştüğüm günden beri bir dakika boş durdu mu sağ işaret parmağım? Duvağım bile açılmadan, elime verdiğiniz boş şişeyi kapınızda kırdığım gün başladı kara kaderim. Şu koca evde her işi kimin yaptığını sanıyorsunuz? Çamaşır, bulaşık makinasını çalıştıran sağ işaret parmağım. Süt sağım makinasını, elektrikli yayığı yine aynı parmağım başlatıyor. Fırını, ocağı sol elimle yakamam her halde. Ya o robotlardan çektiğim? Rende, püre, blender bir ömür törpüsü. Evin her yerini süpüren yine sağ işaret parmağım değil de kim ya? Ahır, kiler, balkon, banyo, koridor, salon ışıklarını yine aynı parmağım yakmıyor mu? Avluda, bahçedeki hadi neyse, evdeki her kapının anahtarını çeviren yine aynı parmaklarım değil mi? 7/24 çalan telefonu açan, Facebook, Twitter, insagramda yüzlerce paylaşımı burnumun ucuyla yapacak değilim ya? Televizyonda bu kadar kanal değişimi telekenizi ile değil yine aynı parmakla yapılıyor. (İyi ki evde jakuzi yokmuş!)

*

Geçen hafta bir taziyeye ve merhumun ruhuna okutulan Kuran tilavetine katıldım. Geniş avluda hazırlanan yemek ve oturma düzeni mükemmeldi. Hafızlar ve okuyucular için hazırlanan kürsü, masalara yapılan servis ve ta Kadirli’den uzman şirketlere(!) hazırlatılan yemek memnuniyet vericiydi.

Avlu girişine yakın bir yerde oturduğum için, törenin bütün aşamalarını gözleme ve takip etme şansım oldu. Takdir edilecek düzeyde, vakar bir sessizlik, telaşsız, kargaşasız bir organizasyondu bana göre. Ancak kadınlarımızın, aşırı kiloları ve özensiz giyimlerine takıldım hiç yoktan. Çoğunun gençliklerini, hatta çocukluklarını bildiğim, onlarcasının düğününü çaldığım, hatta bazılarının dünürcüsü olduğum gelinler bile obezdi, ağırdı. İhtiyarlamış teyzeler, halalar neyse daha otuz, kırk yaşındaki dünün genç kızları yürümekte, sandalyelere oturmakta güçlük çekiyorlardı. Kısmen başımda olduğu için ama anamın tedavisinde çok uğraştığımdan iyi bildiğim diz eklem sorunları gözlemdim birçoğunda. Aksayarak veya bir baston yardımıyla adımlayabiliyorlardı. Yani ne sülün gibi gibiydiler ne de usul boylu beserek bedenliydiler…

Kıyafetleri de sakildi, özensizdi. Birkaç yaşlı dışında tek parça elbise (entari) giyen yoktu. Elde örülmüş veya makine işi triko ceketler, hırkalar da giymemişlerdi. Bir kısmında basma şalvarlar, üst kısımda penye bluz veya tunikler, bir kısmında taşlanmış, renkleri soldurulmuş blucin pantolonlar. Bazılarında yerleri süpüren uzun pardösü ya da kaba, koyu renk kabanlar…

Belki ortamın verdiği havanın da etkisiyle hüzünle, üzüntüyle ayrıldım oradan. Ama bir hafta, on gün bu saplantıdan kurtulamadım. Bu arada bir ilaç temini için gittiğim sağlık ocağında tekrar hortladı aynı gözlem duygularım. Gelen hastaların abartısız dörtte üçü kadındı. Hepsinin elinde bir poşet kullanılmış ilaç ambalajı (aynını yazdırmak için en geçerli bilgi ve belge) ve yanında oturan kaderdaşına, tanıdığına, ağrıları konusunda biteviye serzeniş. Kulağıma takılan şikayetlerin uzun ara birincisi, yürüme zorlukları, diyabet ve üst solunum sıkıntısı.

*

Sonra bu konuyu uzun uzun düşündüm. Ne olmuştu bizim Türkmen güzellerine de genç yaşta böyle elden ayağa kalmışlardı? Gen şifrelerinde bir mutasyon yoktu elbette ama başlarına gelen felaket; bozulan, örselenen beslenme alışkanlıkları ve değişen, durağanlaşan yaşam biçimleriydi.

*

Sadece kırk yıllık bir zamanda ne kadar da değişmişti şeker ve nişastayla olan bağları ve ne çok bedensel işten, uğraştan muaf olmuşlardı, ne yazık!

Istar dokuma, ıslak yıkama, kirmen eğirme, kazak, çorap örme, dantel oya işleme, yün, pamuk atma, yatak yorgan yapma işleri yoktu gündemlerinde. Şelek çekme, odun yapma, dereden, çaygaradan su getirmeyi dünden unutmuşlardı. Süt sağmıyorlar, yayık yaymıyorlar, tarhana katığı biriktirmiyorlardı. Küleklere tuzlu yağ basıp; rafine ettiklerini hamzanlarla saklamıyorlardı artık. Oğlak/kuzu emiştirme, keçi/koyun kırkma, çıkrık eğirme, yün yıkama diye bir iş var mıydı sahi? Tarhana Maraş’tan, nişe (nişasta) çok uluslu gıda şirketlerinden geliyordu. Bulgur çekme, buğday eleme (evsme), mercimek kırma değirmenlerin işiydi uzun zamandır. Yaşayan hiçbir kadınımız ipek böceği görmemişti. Kuru dolma Antep’ten, pestil, kırma, cevizli bandırma Kilis’ten gelirse; tercih nedeniydi. Pamuk çapalamıyor, avarlık sulamıyor, buzağılara ot biçmiyor, kızılcık şurubu yapmıyor, kak kurutmuyor, dağdan alıç, mantar, dereden murt, ovadan başak toplamıyor, ceviz kavlatmıyordu kadınlarımız. Dut kurutmak, pekmez kaynatmak antik çağa özgü işlerdi adeta. Kimse bez yıkamıyor, çocuklar için belek toprağı elemiyordu. Çamaşırın, bulaşığın, süpürgenin sahipleri evin öz horantalarıydılar zaten. Gurk bastırmak yok, pamuk toplamak yok. Tirşik pancarı bile pazarlardan alınıyor. Şehriyenin, eriştenin elvanı çeşidi marketlerde satılıyor.

Ya şimdi anladınız mı çıtkırıldım gelinlere musallat olan, sağ işaret parmağı sendromunun sebebini?

Ne günlere kaldık?

Musa Tolu

Musa TOLU: 1955’te Andırın’ın Beşbucak Köyünde doğdu. Düziçi İlköğretmen

Okulu’nu, Ç. Ü. Ziraat Fakültesi’ni bitirdi. Çukurova Üniversitesi ve Sabancı Holding

bünyesinde uzman mühendis, yönetici olarak 25 yıl çalıştı. Sözlü halk kültürü üzerine

inceleme ve derleme çalışmaları yaptı. Folklor araştırmaları konusunda üç kitabı (ÇFÜM 1,

ÇFÜM 2, ÇFÜM 3) yayımlandı.

(İletişim: musatolu@gmail.com)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir