SAHİP DEYİL BEN ‘O’ YUM
İbrahim ÇENET
( Özel not : Özel bir felsefi değerlendirme yazısıdır.
Neye başlarsan başla başından başlayamassın; çünkü madde ve gerçek sonsuzdan gelip, sonsuza
gidiyor. ‘Yer yüzünde’ diyorsun, ‘yeryüzü’ ( gezegenimiz) olgusu ortaya çıkıyor. Güneş sistemi
diyorsun, sistemler akla geliyor ve geriye doğru gidiyor. Yer yüzünde şu şundan, şöyle, şöyle gelişti
diyorsun ancak nereye kadar. Bilimciler bilimsel öngörü ya da tespitlerinde; yer yüzü soğuyacak ve
şu kadar zaman sonra dağılacak ve başka olgulara dönüşecek diyorlar. O da başka şeylere, yani
sonsuzluğa kadar.
İşte bunun için, ‘ neye başlarsan başla başından başlayamassın’ diye başladık. Belkide eski Yunan
filozofları ve yazarları yazılarına ‘kai’ ( ke= ve demektir) diye başlarlar. Bilindiği gibi ‘ve’ bir
tümcenin devam ettirilmesinde kullanılır, yani kai ( ve ) nin başıda vardır demektir.
….Ve yer yüzü diyelim …. Yeryüzü şöyle şöyle oluştu ( zamanıda belli ). Isı zaten var, hava, su,
toprak. Olağan toprak, gelişkin toprak. ‘Et gibi toprak’ diye bir deyimimiz var. Olağan bitki,
gelişkin bitki. Isıya, ışığa, müziğe, ilgiye, sevgiye yanıt veren ( ilgi gösteren), duyarlılık gösteren
bitkileri kim görmemiş ya da filmlerine bakmamış. Duygulanan, planlayan( hatta birazda
düşünen) bitkileri kim bilmez.
Olağan hayvan, gelişkin hayvan. Bitkiler için üstte söylenenler, öyleyse bu artık hayvanlar için
bilinendir. Hayvanlara hangi aşamada ya da gelişkinlikte insan diyelim. Bunun ölçüsü herkese (
dahası herkesin kendi gelişkinliğine, yani ne kadar insanlaşıp insanlaşmadığına ) göre değişir. Ama
şu bilinen ki hayvansal varlığın belli bir aşaması insanlaşmadır. Erginleşmenin yaşını ister 17 ister
18 ya da 19 kabul et bunun birisi doğrudur. İnsanlaşmada da belli bir aşama vardır.
Peki İnsanı insan yapan ögeler nelerdir? Bunlarda isterse ( hayvansal) varlıkların gelişkinliğine
göre değişir. Bir varlığa ( daha doğrusu hayvana) insan demek için kimileri onun konuşmasını,
kimileri baş parmağını kullanmasını , planlamasını, sürü değil toplumsal yaşamasını, kimileri akıl
sahibi olmasını, düşünmesini, planlayıp sosyal bir varlık olmasını vb. öngörüyorlar.
‘ Us’ lu, akıl sahibi olmak, belkide insanlaşmanın önemli bir unsurudur. Oluşan, oluşturulan akıl
(us) sayesinde sosyal (insansı) varlık oluyoruz.
‘İnsan’ , ‘akıl’ (us) ve ‘sahip’ sözcükleri bu çalışmamızın temel konusudur.
‘…… insan akıl sahibi….’dir. İnsan akıl sahibi demesekte ‘insan aklının kendisidir’ ya da ‘insan aklı
kadar insandır’ desek. Başka bir deyişle ‘ ben akıl sahibiyim’ demesede ‘ben aklımım’ dese. Ben ‘o’
yum dese.
Peki bu neyi değiştirecek ? Bu çok şeyi doğuracak. Bu anlayışın dışında ; ben şu ağaca sahibim, şu
hayvana, şu tarlaya sahibim, şu köye, köylülere sahibim yerine, ‘ ben o’ yum’ dese. O zaman insan
kendisine nasıl özen gösteriyorsa, kendi kendisini nasıl seviyorsa, bu üste söylediklerimizide öyle
sevecek. İnsan kendi dışında ki varlıklara ‘ ben o yum’ dese, bu sevgiyi artırır, yaşamı çok anlamlı
kılar. Doğacı, toplumcu, doğal, etrafıyla uyumlu bir öge olur. Bunu aklıyla oluşturduğu gibi, bunu
aklıyla birlikte düşündüğünde, bütünlük daha da artar.
Klasik bir örnekten hareket edelim: Çocuk bireyin mi, toplumun mu? Çocuk bir anlamda bireyin,
bir anlamda toplumundur. Bireyin derken o çocuk bir dişiyle( ana) bir erkeğin ( baba)
yumurtasından oluştu. Bu anlamda çocuk bireylerin. Diğer yandan çocuk toplumsal bir ortamda
doğuyor; sokak, okul, iş , etkileşim vb. Bu anlamda çocuk toplumundur. Çocuk toplumundur
felsefesi topluma yerleşirse ne olur, bunun zararları ne; bu anlayışa, çocuğun yumurtalarından
oluştuğu bay ve bayan sahip olursa bu onlara ne zarar verir. Ben toplumun bir varlığıyım dese
birisi, bu çocuğa ne zarar verir. Toplumun bireyleri; şu gördüğünüz çocuklardan bende
sorumluyum, bu çocuklar aynı zamanda ben oluyorum derse ve öylede, gereği gibi davranırsa
bundan ne zarar olur. Elbette hiç zarar olmaz ve toplumculuk doğar, sevgi doğar. Gerçek anlamda
kardeşlik, iş bölümü ve mutluluk doğar.
İnsan bu esemeyi, anlayışı, ben şuna şuna sahibim yerine ben o’yum dese, kendi kendisine bile ben
benim dese, bundan ne gibi sıkıntı doğar, ne gibi toplumsal sıkıntı doğar, ne gibi sosyal, ne gibi
psikolojik ve yaşamsal sıkıntı doğar.
İnsan kendi parmağına sıkıntı veriyormu, vermiyor. Çünkü kendisi aynı zamanda kaşı, gözü,
parmağıdır. Onun için insan kendi kendisine zarar vermez. İnsanın çevreyede zarar vermemesi için
, diğer bireylere zarar vermemesi için , ben benim ama ben aynı zamanda o’yum dese , o zaman
tıpkı kendi parmağı gibi, kendi çevresine , kendisini toplum yapan , kendisine toplum yapan, insan
yapan diğer bireyler , topluma zarar vermez; öteki varlıklarada öyle olacağı için tahribat, çatışma
bitecek; yaşamsal huzur, psikolojik huzur, kültürel huzur, duygusal huzur, mutluluk başlayacaktır.
Bir Kızılderili:
— ‘ Canlı ve cansız bütün varlıklar akrabamdır . ‘ diyor. Bir başka Kızılderili
—‘ Neye baksam kendimi görüyorum’ diyor.
Hep hırstan şikayet etmiyormuyuz. Hep bencillikten , hep sahip olma hırsından , doyma bilmez
mülkiyet hırsından şikayet etmiyormuyuz. Hep çatışmalar, savaşlar bundan doğmuyormu. Eğer
öyleyse bunun bitmesi için şu mülkiyetçilik yerine, ben şuna, ona, buna sahibim yerine, ‘ ben
o’yum’ anlayışı oluşursa tek söz ile güzellik olur, insanlık olur.
Ben o’yum ben ondan geldim, oldum sözü bize totem anlayışını anımsattı. Totem, ne gibi insan
derseniz deyin bazı insanlar; doğadan oluştuğunu, basitten gelişkine geliştiğini, gelişen bu
varlıkların her hangi bir evresinde ki varlığıda kendisinin oluştuğu kutsallık olarak alıyor. O
varlığı beğeniyor, kutsuyor. Ben o’yum diyor. O benim totem imdir diyor. Bu bir çiçek, ağaç olur;
bir kelebek, güçlü bir hayvan olur. Sonra bunu o insanlar vucutlarının belli yerlerine çizerler; yani
o onunla özdeşleşmiştir. O, o’dur. Evet evet aklınıza gelen o ‘dövme’lerden bahsediyoruz. Güzel
yada gereksiz bugün dünyanın pek çok yerinde milyonlarca insan bu çeşit dövmelerden yapıyorlar.
Biz bu dövmenin gerekliliği için vermedik bu örneği, bu işlemin mantığı için verdik.
Sahip olmak sözünün daha doğrusu bu sözün oluşturduğu anlayış ve uygulamanın çıkmazından söz
ettik. Bugün yeryüzünde dört ana dil gurubu vardır. Bunlar; Çin, Hint, Türk ( daha doğrusu
Tunçderililer) ve Swahili ( Kongoid) dil guruplarıdır. Bunlardan Hint dil gurubunun en temel sözü,
fiili sahip olmak fiilidir. Türkçede ise sahip olmak fiili ben bilerek yoktur. Bu sahip olmak fiili
sadece dilin bir temel ve teknik özü olmasından öte; bu dili konuşan insanların mantalite, yaşam ,
kültür vb. çok durumuyla ilgilidir. Hint dillerinden olan bir Avrupa ülkesi dilini öğrenirken ilk
önce sahip olmak fiilini öğrenirsiniz. Yunancada ben sahibim anlamına; eho, Fransızcada J’ai,
Doğu Avrupa dillerinde ima, İskandinavyada ja har ilk öğrenilmesi gereken bir temel fiildir. Oysa
Türkçede sahip olmak fiili yok. Daha doğrusu sahip olmayı anlatan bir fiil yok. Diyeceksiniz ki ,
işte sizde kullanıyorsunuz, ‘sahip olmak’ sözü nedir. Bu söz ödünç alınmış bir sözdür. Türkçede
değildir. Peki nedir, TDK sözlüğü bu konuda şöyle diyor: Sahip: bir isim( Arapça) dır. Herhangi
bir şey üstünde mülkiyeti olan, onu yasaya uygun bir biçimde dilediği gibi kullanabilen kimse, iye,
malik. Sahip olmak :mülkiyetinde olmak, elinde bulundurmak:
Burada sahip ve sahip olmak fiili olmayan Tükçenin ve Türkçeninde içinde bulunduğu dillerin (*)
bir ekonomik anlayışı, politikası, kültürü anlaşılmaktadır. Bu durum üstte genişçe anlattığımız,
toplumsal ve hatta ilkelde olsa komünsel bir anlayışı anlatır. Buraya gelmişken peki Türkçe
konuşanlar bu sahip ve sahip olmayı nasıl anlatıyorlar. Bunu ‘ var’ , ‘var olmak’, ‘ yerinde duruyor
‘ sözüyle izah ediyorlar. Türkçede ‘ benim var’ deriz. ‘Benim tarla var’deriz.’Benim çocuk var’
deriz. Var aynı zamanda olmak ile anlatılandır. Türk dünyası insanları aynı zamanda göçebe
insanlardır. Göçebe topluluk gereksinim duyduğu şeyi kullanır ve gider. Var olan orada kalır.
Amanoslarda ki Ulaşlı topluluğunun bir sözü vardır: Atımı bağladığım, ateşimi yaktığım yer
yurdumdur.’ Demek o şeye gerksinim duyuyor, onu kullanıyorsanız o sizindir. Kullanmıyor,
başkaları kullanıyor yada işliyorsa orası sizin değildir. Toprak işleyenin su kullananın sözünde
olduğu gibi.
Sahip olma mantığı ile bir insan gereğinin on katına , yüz katına, bin katına sahip olursa ve bunu
pekte büyük olmayan yeryüzünde bir gurup insan ( sömürücü sınıf ) yaparsa zaten kıt olan
yeryüzünde diğer insanların huzursuz olması, çatşması oluşturulmuş olur.
Değil aynı, iki ayrı ağacın
yaprakları çarpışmıyor birbiriyle
Mart gelmeden çiftleşmiyor
kedi birbiriyle
Oysa insanların
vuruşmak, savaşmak için
bahaneleri çok.
( Bu çalışma hakkında bir anımsatma : Yerelden Evrensele dergisi Anadolu Halk bilim Kültür
Akademisinin aylık yayın organıdır. Akademi 2000 li yıllarda kurulmuştur. 2004 yılı ve sonrasında
Akademi bünyesinde AMON felsefe okulu oluşturulmuştur. Bu felsefe okulunun ilk kurucuları ve
ilk ders vericileri arasında , aynı zamanda Akademinin üyesi felsefe profesörü , şair Prof. Dr. Afşar
Timuçin, Prof Dr. Çetin Veysal ( akademi kurucusu ) , Prof . Dr. Uluğ Nutku, prof Dr. Yavuz
Adugit, İbrahim Çenet, ve pek çok güzel insan. İşte yukarıda okuduğunuz bu makale İbrahim
Çenet’in bu Akademi bünyesinde kurulu AMON Felsefe Okulu’unda verdiği ders notlarından
oluşmuştur. )
Bu bina Çukurova/ Osmaniye / Çardak köyünde Halk Bilim Akademisinin , Yerelden Evrensele
Dergisinin ve AMON felsefe okulunun çalışmalarını yürürttüğü binasıdır.
İbrahim Çenet kimdir: Çardak köyü / Osmaniye de 1949 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesinde hukuk,
Paris Sorbon üniversitesinde edebiyat ve dil okudu. Politikacı , yazar . Uzun yıllar cezaevlerinde tutuldu.
Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi kurucularından. 2000 yılından beri devam eden Özgür film festivali
ve ‘Özgür İnsan Ödülü ‘ kurucu ve yöneticilerinden. Ayrıca Yaşar Kemal anısına etkili ve anlamlı edebiyat
etkinliği organize edenlerden. Belgesel filmler yapımcısı.
Yerelden Evrensele adlı ; bilim , halk bilim, tarih , arkeoloji, sosyal ve toplumsal coğrafya dergisi kurucu
üyelerinden.
Evli üç çocuğu ve iki torunu vardır.
İbrahim Çenet
Kutluyorum yazım emeklerinize sağlık. Birikim dolu kalemler iyi ki varsınız.