SARI ÇİZMELİ HALET
İsa KÜÇÜK
“Zaman, azaldı; yapacak çok iş var” diyerek yanıtlamıştı, “Doksan dört yaşında olmak ne demektir” diye sorduğumda. Hiç geriye bakmadan, sürekli koşuşturma ve başarmak zorunluluğu içinde geçmiş uzun bir yaşam. Aslında “ömür” mü yoksa “yaşam” mı demeliyim bilmiyorum. Sözlüklerde bu iki sözcük, eşanlamlı. İnsan yaşamının öldükten sonra devam eden etkisini anlatan sözcük (var mı?) konusunu dilbilimcilerin çabalarına bırakmak en doğrusu. Kimi insanın ömrü, hayatından uzun olabiliyor. Karatepe’ye gönül, Aslantaş’a ömür vermiş olan Halet Çambel, onlardan biri…
***Halet Abla Destanı’nın yazımını tamamlayıp basım aşamasına gelince 2010 yılı Nisan ayında kendilerini ziyaret etmiş, Destan’ın üzerinde son bir çalışma yapmıştık. İç kapağına, “Halet Abla’nın izni ve hoşgörüsüyle…” cümlesini yazmıştım. Yanına “Sarı Çizmeli Halet” notunu ekledi. Onu yeterince tanımadığımı biliyordum, ama böylesine bir uçurum tahmin etmemiştim. Sonraki yıllarda anladım, onu tanımak ve bilmek ne kadar emek gerektiriyormuş. Anladım ki, Halet Çambel’i tanıdıkça bilinmeyenler çoğalıyor.
Karatepe-Aslantaş’ı anlattığı, Müzeler Haftası kutlamasını yaptığımız 2003 yılının Mayıs ayının o sıcak gününde, “Dışarıdan bakınca o yılların imkanlarıyla bu yapılanları başarmak mümkün değildi. Ama bizler, Atatürk’ü görmüş ve O’nun çektiği sıkıntıları bilen kişiler olarak tüm imkansızlıklara rağmen çalışmak ve başarmak gerektiğine inanarak çalıştık ve başarıyı elde ettik” diyen sesi bugün de kulağımda…Tarih, bazen yazara ihtiyaç duymadan da yazılabiliyor., Karatepe’de geçen 57 yılın dile gelmesi gibi… Bu satırları yazarken, Karatepe’deki (1946-2003 yılları arasındaki) gelişmeleri anlattığı o konuşmasını görüntülü olarak kaydetmediğimizi için üzülüyorum.
Halet Çambel’in, Anadolu uygarlıkları ve kültürünün açığa çıkarılması ve anlaşılması için gerçekleştirdiği çalışmalarının büyük bölümünü Kadirli ilçesi Karatepe bölgesinde yaptığı bilinen gerçektir. Belirtmek gerekir ki Halet Çambel, yeraltıyla olduğu kadar yerin üstüyle, yani bölge insanının, çevre ve doğal dokunun dert ve tasalarının çözümü için de çalışmıştır. Bu çalışmaları kendisi ile yöre halkı arasında duygusal bir bağın oluşmasına temel teşkil etmiş ve halk, ona “Halet Abla” demiştir. Bunu, 50 Yıl sonra öğrendim. Halet Çambel’in, halkın kendisine verdiği bu unvanın değerini bilincinde olarak, onu büyük bir onur sayıp özen ve gururla taşımaya çalıştığını Osmaniye valisi olarak çalıştığım ve daha sonra Halet Abla Destanı’nı yazdığım süreçte yakından gördüm.
**1936-Berlin Olimpiyatlarına katılan Olimpiyat Milli Takımında eskrim sporcusu olarak yer alır. Madalya kazanamaz, ama annesinin yıllar önce dikkat çektiği tehlike aklındadır ve hükümetinin de bu konuda bir talimatının olmadığından bahisle Hitlerle tanıştırılmayı reddeden Halet Çambel, Sorbonne’daki doktora eğitimine II. Dünya Savaşının başlaması nedeniyle devam edememiştir. 1940’lı yıllarda 4 yabancı dil bilen, mebus kızı, İstanbul Boğazı’nda bir yalıda yaşama olanağı ve Üniversitesi’nde asistan… O yıllarda, bu insanın hayatının olağan akışı, Dünya’nın yüksek sosyetesine karışıp, bir ayağı Avrupa/Amerika’da gösterişli bir hayat sürmek şeklinde ortaya çıksa alkışlarla karşılanır, iyi yaptı denirdi.
O, öyle yapmamıştı…
1940’lı yılların ikinci yarısında çalışmak için gitmiş, yol, elektrik, telefon, yatak yorgan… ne kelime, ekmek ve su bulmanın bile büyük çaba gerektirdiği “kuş uçmaz kervan geçmez” bir dağ başını seçmiş. Evlenmek için de yoksul bir Anadolu çocuğunu, başına gelmeyen iş kalmamış şair, yazar, gazeteci ve “siyasi” Nail Çakırhan’ı beğenmiş. Seçtiği hayat ve çalışmalar, başardıkları ile ışıldayıveren aydınlık bir ömre dönüşmüş… Halet Çambel, 1946 yılından itibaren, değme babayiğidin katlanamayacağı koşullarda çalışıp yaşayarak kanıtladığı gibi, mutluluğu, Türk aydınlanmasının, Atatürk Devrimlerinin ve Cumhuriyet’in emekçisi olmakta arayıp bulmuştur. O’nun ömrünü hayatından uzun kılmasındaki sır buradadır.
Prof. Dr. Halet Çambel, 2003 yılının Mayıs ayında, Karatepe’de, Türkçenin bütün güzelliği, görkemi ve kucaklayıcılığıyla karşılamıştı bizi. O tarihte, 57 seneden beri Karatepe’de çalışıyordu. Bu benim yaşamımdan daha uzun bir süreydi. İtiraf etmeliyim ki, o yıla kadar adını duymamıştım. Bize, 57 yıllık çalışmasını öyle içtenlikli anlattı ki, yaşadığı yılları, o yılların günlerini, saatlerini… “duymamak” olası değildi. Konuşmasının özelliği, seçtiği sözcüklerin doğruluğu, sesinin içtenliği yüreğinden süzülüp damıtılarak geliyordu. İnsana yakışan bir incelik ve sevecenlikle bakan gözleri gülen yüzünde iki ışık…Dinledikçe içimiz aydınlanmıştı… Programın sonunda, ilin valisi olarak kısa bir teşekkür konuşması yapmış, kendilerine müzeler haftası kutlaması anısına hazırlanmış olan bir plaketi takdim etmiştim.

Bir hafta sonra gazetelerde bir haber: “Ömrümde ilk defa bir valinin elinden plaket aldım.”
Yalnızlık mı desem, unutulmuşluk mu yoksa görmezden gelmek mi? Duyumsadığım bu tarifsiz durum, beni, araştırmaya yönlendirdi. Halet Çambel kimdir, Karatepe Aslantaş nedir? Kadirli ilçesine gidişimde ya da dönüşümde çoğunlukla Karatepe’ye uğruyor, Halet Çambel’i ziyaret ediyor, kendilerini anlamaya, tanımaya çalışıyordum. Buraya, bu yoksunluk ve yoksulluğa 57 sene nasıl katlanmıştı, neden katlanmıştı? İlk edindiğim bilgiler; tanınmak, göz önünde bulunmak istemediği şeklindeydi. Hele hele övülmek, hiç arzu etmediği, dahası yüzü kızararak karşıladığı bir durumdu… En belirgin özelliği, sessiz sedasız, kimseleri rahatsız etmeden işini başarıyla yapıp bitirmesiydi. İki derdi vardı: köy çocuklarının okutulması -çoban olmaktan kurtarılması- ve insanların çevreye, ormana verdiği tahribatın her koşulda önlenmesi için çalışılması…
KARATEPE’NİN AKYAZISI
2004 Yılında, Kadirli şehir merkezi çıkışında, Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesi ve Milli Parkı’na giden yol üzerinde yapılmakta olan okula, “Prof. Dr. Halet Çambel” adını vermek için kendilerinden izin istedim. Kazıbilim ve bölgenin kültürel yaşamına önemli katkıları olduğunu araştırarak öğrendiğim Prof. Dr. Halet Çambel’in bir ilköğretim okuluna adını vermek, kendisinin neredeyse 60 yıllık hizmeti için gecikmiş bir teşekkür etme şansı veriyordu bizlere. Ama o ilk konuşmamızda bizi şaşırttı: “Kadirli’ye eğitim alanında çok emek vermiş kaymakamlar var, örneğin Mehmet Can, eğitim ve okul sorununu çözmek için çok çalıştı, onun adını vermek daha uygun olur” diyerek önerimizi kabul etmedi. Israrcı oldum; aylar sonra önerimizi, yapılacak olan başka bir okula Kaymakam Mehmet Can’ın adı verilmesi koşuluyla kabul ettiler. (Ne yazık ki Osmaniye’deki görev sürem, bu “anlaşmamızı” gerçekleştirmeye yetmedi).
Halet Çambel, bürokrasi ile sağlıklı ilişkiler kurduğu gibi dağdaki “eşkıya” ile de “ahbaplık” kurmuştur. Destan’da -ilçe kaymakamının verdiği yemeğin ücretinin Bebek Ağa tarafından ödendiği bölümde- Halet Çambel, Kaymakamın eşkıya olarak adını duyduğu Bebek Ağa’yı Kaymakam’a tanıtırken “Onlar korudu bizi” şeklinde anlatır. Yüce bir insan sevgisi vardı gönlünde; herkese insan olarak hak ettiği değeri vermek en önemli özelliği olarak akıllarda yer etmiştir.
İnsana verdikleri değeri göstermesi bakımından yaşanmış bir olayı da açıklamak sanırım yerinde olacaktır. O yıllardaki “okul yapma seferberliğini” anlatırken, oluşturulmuş çalışma gruplarında görev alanlara karşı mücadeleler de olmuştur: Köylerdeki okul yapımı çalışmaları bir seferberlik ruhu ile devam eder, her gün kaymakamlığa raporlar verilir, bölgesel olarak muhtarlar komite adına işi denetleyip takip ederler. Bunlardan birisi de Karatepe Muhtarıdır. Muhtarın iş disiplininden memnun olmayanlar, muhtarı öldürtmek için “kiralık katil” tutarlar. Köy muhtarı durumu gelip Halet Hoca ve eşi Nail Çakırhan’a bildirir. O tarihte bölgede muhtar vurma rayici 50 lira. O kişi çocuk yaşta biridir; cezaevinde az yatıp çıkınca kendisine 50 lira daha verilecektir. Halet Çambel ve eşi Nail Çakırhan, o genci yemeğe davet ederler, birlikte bir akşam yemeği yenir, “yanlışlık” tarif edilir, çocuk suçtan, muhtar öldürülmekten kurtarılır.
HALET ABLA DESTANI
Halet Abla Destanı’nı yazmaya 2008 Yılı yaz aylarında, kendisinin katarakt ameliyat olduğu haberi üzerine yazdığım “Geçmiş Olsun” telgrafım için teşekkür telefonunda duyduğum sesinden sonra karar vermiştim. “Hasan Cemil ve Remziye Kızı/ Çakırhan’ın yürek sızısı/ Devlet Babanın güler yüzü/Karatepe’nin ak yazısı/ Çukurova’nın Halet Ablası/ Geçmiş olsun!” dizelerinden oluşan kısa bir şiirdi telgraf dediğim. Teşekkür etmek için aradı, yine aynı içtenlik, yine aynı dost sesi…
Yazdığım ilk bölümü gönderdim, devamı için izin ve bilgi-belge istedim. “Benim hayatımda yazacak ne var? Türkan’ı (Türkan Saylan) yaz, O, Türkiye için çok önemli işler yaptı, benimkiler onun yanında solda sıfır” diyerek karşı çıktı. “Halet Çambel’in yaşamını, hakkında duyduklarımı, o bölgede çalışırken duyup gördüklerim üzerine bir yaşamı yazmaya çalışıyorum” dedim, “yazdıkça size gönderirim, istemediğiniz bir bölüm olursa çıkarırız.” Hayır. “Ama sizin yaşadığınız hayatı, gelecek kuşakların öğrenmesini engellemeye hakkınız yok” diyen mektup yazdım. “Bilgi ve deneyimlerinizi, yaşadığınız sevinç ve hüzünleri, acı ve mutlulukları saklamaya hakkınız yok, hiç olmazsa tarihe bir not düşerek yaşadıklarınızın bir bölümünün toplumla paylaşılmasına lütfen yardımcı olur musunuz?”
Mektubuma ve önerime yanıt beklerken, 2008 yılı Ekim ayında eşi Nail Çakırhan, Muğla’da vefat etmişti; cenaze törenine katılamadım. Olayın üzüntü ve acısını yansıtmak üzere daha sonra Destan’ın başında yer vereceğim “Akyaka, Gökova, Deli Memed, Çakırhan ve Halet” şiirimi yazıp gönderdim kendisine. Halet Çambel’in, o şiirimi, taziye evinde, “başucundan” hiç eksik etmediğini söyledi ortak tanıdıklarımız. Bu duyum üzerine Destan’ı yazmaya başlama vaktinin geldiğini düşündüm. 30 sayfalık bir giriş bölümü yazdım, doğumu, gençliği ve evliliğine kadar geçen dönem. Bir ay sonra telefon açtı; “yazdıklarınızı okudum, Nail hakkında bizim ailede olanlar yazdığınız gibi değildi, ama bu gerçeğinden güzel olmuş” dedi… Evet, zor da olsa kabul etmişlerdi.
Aynı dönemde Kastabala Antik Kenti yakınına kurulacak bir çimento fabrikası haberi nedeniyle de sık sık telefonla görüşüyorduk. Benim aklım Destan’da, onun ki Kastabala’yı kurtarmaktaydı. Bölgedeki duyarlı toplum kesimleri ile birlikte hareket ederek, o yanlışlığın önüne geçmek için var gücüyle çalışıyordu. O günlerin haberleri arasında biri vardır ki, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oktay Ekinci’nin (saygı ve sevgi…) tanıklığıyla geniş ölçüde yer almıştır. Eşi Nail Çakırhan’ın cenaze töreni sırasında, dönemin kültür ve turizm bakanı sn. Ertuğrul Günay, telefonla başsağlığı için aramıştır ve Halet Çambel ile konuşmak ister. Halet Hoca’ya üzüntülerini bildirir; acılar, üzüntüler paylaşılır. Bakan Bey’in “bir isteğiniz var mı?” sorusuna, Halet Çambel, beklenmedik bir yanıt verir: “Evet bir isteğim var, Kastabala Antik Kentinin bitişiğine yapılacak olan çimento fabrikası inşaatını lütfen durdurun” der.
Kastabala’yı kurtarma çabaları birçok çalışmayı ve eylemi gerektirir, Halet Çambel, o çabaların içinde yer alarak kendisinden beklenilen bilimsel tutum ve davranışı ilerlemiş yaşına karşın toplumdan asla esirgememiştir. Çalışmalar, tartışmalar geniş bir tabana yayılarak uzun uğraşlardan sonra ve yargı kararı ile antik kent ve dünya kültür mirası yararına sonuçlanır. Kastabala Antik kenti çimento fabrikası baskısından kurtarılmıştır.
Bu olaydan yıllar önce, bilim insanı Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Öğretmeni Halet Çambel’i anlatırken “Çağının çok ilerisinde bir bilimsel anlayışa sahip, bilimin bir yandan yapıldığı ülkenin toplumuna hizmet vermesini, öte yandan da dünya ya açık olmasını savunan Prof. Dr. Halet Çambel‘in kurmuş olduğu Prehistorya kürsüsü… sıradan bir akademik kurumun alışılagelmiş bilimsel yaşantısından çok daha zor, farklı ve özveriye dayalı bir yaşam tarzını gerektirmiştir. Prehistorya kürsüsü, Türkiye’nin yalnızca bilimsel değil, sosyal ve politik sürecinde de söz sahibi, yol gösterici olmaya çalışmıştır***” demektedir, ki, Halet Çambel yıllar sonra, Kastabala kurtarma platformunda üstlendiği görev ve takındığı tutumla bu yargıyı doğrulamıştır.
ASLANTAŞA ÖMÜR VERMEK
Halet Çambel, en küçük sağlık hizmetine, sevdiği insandan gelecek mektuba bile ulaşmanın at sırtında saatlerce yolculuk gerektirdiği zor koşullarda çalışmayı, isteyerek ve bilerek seçmiştir. Herkesin “burada çalışmak ömründen 10 yılı alır!” diyerek işi bırakıp gittiği bir dönemde “Bizim kuşağımız Atatürk kuşağı… günün felsefesi insanların kişisel hırslarından uzak, karşılık beklemeden kendi bilgilerine, yeteneklerine, güçlerine göre bir taş üstüne bir taş, bir tuğla üstüne bir tuğla koymak, topluma, ülkeye hizmet etmek, ülkeyi el birliği ile kalkındırmaktır” anlayışına dayalı bir çalışmayı başlatmış, Karatepe’ye ömür vermiştir. Bu anlayışın bir sonucu olarak, o güne kadar Türkiye örneği görülmemiş olan -kazıda çıkarılan eserlerin restorasyonu ve bulunduğu yerde sergilenmesi işi gerçekleştirilmiş, Karatepe Açık Hava Müzesi, aynı isimle anılacak olan Milli Pakın içinde kurulmuştur. Türkiye’de kurulan ilk açık hava müzesidir.
Karatepe Kazı Çalışmaları, eserlerin onarımı, Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesi ve Milli Parkı oluşturma çalışmaları, çevredeki insanların eğitim ve okul sorunlarından başlayıp, iş güç sahibi olmalarını, Almanya’ya işçi olarak gideceklere Almanca dil kursları açılmasına, köy çocuklarının keçi çobanı olmak yerine okuyup eğitilmiş insan olarak toplum kalkınmasına katılımına; köylü kadınların dokudukları kilimlerin kurdukları kooperatif aracılığıyla pazarlanmasına kadar geçen süreçleri içine alan bir teşkilatlanma ve yönetimi de beraberinde getirmiştir. “Halet Abla Destanı” bize göre, bütün bu sürecin adıdır. Kısaca, Halet Çambel, bir kazıbilimci olarak sadece yerin altıyla değil, yerin üstüyle, yeryüzünde yaşayan ne varsa, börtü böcek, çalı çırpı, canlı cansız… insan ve onun yaşamıyla ilgili her sorunun çözümüyle de ilgilenmiştir. Onu farklı kılan en önemli özelliklerden biri de budur.
“ACIBADEM ŞEKERİ”
2004 yılında hukuk fakültesi öğrencisi olan kızım Sevgi Deniz, İstanbul’da kendilerini ziyarete gittiğinde, söz döner dolaşır edebiyata gelir. Deniz, o gün, Arnavutköy’e giderken yolda yazdığı kısa bir şiirini paylaşır kendileriyle. Şiir: “Acıbadem şekeri/ Hem acı hem şeker/ Badem birleştirir onları” biçimindedir. Nail Çakırhan ve Halet Çambel, bu kısa şiiri beğenirler sevinçlerini de belli ederler… Olaydan 6 ay sonra, bir sonbahar günü Halet Çambel, Osmaniye’de bizim ziyaretimize elinde acıbadem şekeri paketiyle gelmişti, Halet Hoca, Deniz’in şiirini çok sevmiş deyip geçmiştik. Ama, “Acıbadem Şekeri”nin çok özel bir hatırası varmış.
Destan için araştırma yaparken o hatıraya Çakırhan’ın Aydın Cezaevinden Halet’e yazdığı 28 Mayıs 1949 tarihli mektupta rastladım: “… Benim en üzüntülü, en azaplı günlerimden bir gündü. Bir akşam üstü, sen bana küçücük, ama kese kağıtlarının en, en küçüğü ile bir avuç, ama hepsi de yalnız bir avuçcuk badem şekeri getirmiştin. (…) yemeğe bile elim varmadı…çok geceler ona bakarak yattım, ona dokunarak uyudum çok sabahlar ona bakarak uyandım, gözlerim yaşardı hatta ağladım…
“Hatırlar mısın, dışarda iken (…) vapur iskelesinde hep bir badem şekerci durur; ben de ondan hep o aynı kese kağıtlarının en küçüğü ile bir avuçcuk badem şekeri alır, vapura girerdik; ben onları birer birer yerken, sen de yavaşça bana yaslanıp kestirirdin ya…işte o bir tutamcık badem şekeri o hatırayı depreştiriyor insanın içinde. Bunda ne var diyeceksin, (…) Her şey…”
“Nail Bey’le evlenirken onun yaşadıklarını, siyasi kimliğini, Rusya’da, hayatına girmiş bir başka kadın ve bir çocuğunun olduğunu biliyor muydunuz?” soruma, hiç duraksamadan “Biliyordum” dedi. “Bu aşkı anlamak ve anlatmak zor, gençlere nasıl anlatabilirim” diye sordum: “Bizimki aşk değil, sevgi” diye yanıtladı gururla… Doğrusu o ana kadar hiç düşünmemiştim, aşk ve sevgi farklı duygular mıydı, aşk ve sevgi arasında nasıl bir fark vardı? Bu açıklama üzerine Destanda ne kadar “aşk” sözcüğü varsa değiştirip yerine “sevgi” yazdım. Ve kendi kendime sordum; Aşk mı sevgi mi/ Hangisi ayakta tutar insanı/ Hangisi yıkar?
Halet Abla Destanı, 1916 yılında başlamıştır, ne zaman sona ereceğini bilmiyorum. Belki de değerli yazar Yaşar Kemal’in, Destan’ı Halet Çambel’e takdim töreninde yaptığı kısa konuşmasında söylediği gibi “yazılmış bir destan kaybolmaz, dünya durdukça yaşar”. Ben o destanın 1916 ile 2000 yılları arasındaki bölümü yazmaya çalıştım. Umarım ve dilerim ki sonraki bölümleri yazacak bir araştırmacı çıkar ve biz, “O Güzel Kadın” hakkında yeni bilgiler edinir, Halet Abla’nın yaşamını daha yakından tanıma olanağı buluruz.
2008 yılı sonlarında başladığım yazım sürecini 2009 yılında tamamladım. Sonradan kimi düzeltme ve eklemeler nedeniyle çalışmam 2010 yılına sarktı ve Nisan 2010 tarihinde basıma hazır bir halini kendilerine ulaştırdım. Bu nüshada yukarıda bir örneğini andığım mektuplardan bazılarını destana eklediğimi görünce huzursuz olmuştu. “Koymayalım, çıkaralım” dedi. Nedenini sordum, “şimdi Ergenekon ve Balyoz Davalarında yaşanan acıların yanında, bizimkinin ne hükmü var” dedi. İki mektubu eklememe izin verdiler, onlardan biri, kitapta yer aldı; o, Acıbadem Şekerinin konulduğu kesekağıdına yazılmış olandır.
2014 Yılı 12 Ocak günü acı ve üzücü bir haber düştü gündeme. Vefat haberi bazı gazetelerin internet sayfalarında “Arkeolog ve yazar Halet Çambel, bu sabah İstanbul’daki evinde ölü bulundu” şeklinde yer aldı. Bu bende şok etkisi yarattı; sanki bir cinayete kurban gitmiş ve araziye atılmış bir ceset bulunmuş gibi… Evet, soğuk savaş yıllarının acılarını yaşamış olan Halet Çambel, dünyaya veda ederken bir acı daha yaşamıştı. 2012 yılından itibaren sağlık sorunları ortaya çıktı. Babası Hasan Cemil Çambel’in eski milletvekilliğinin sağladığı sosyal yardım imkanlarını kabul etmediğini öğrendim. Kendi sosyal güvenlik haklarından yararlandı. O, bunu hak etmemişti. Araştırdım; haberin (ölü bulundu) şekliyle gerçeği yansıtmadığı bilgisine ulaştım.
**“Ben okula başladığım zaman dedi Halet/Okul ve öğretmen bulamayan/Beş milyon çocuk vardı/Onlardan birinin sırasına oturdum/Evet, okul, öğretmen, sıra, benim de hakkımdı/ Ama ben olmasaydım/Bir başka çocuk, o sıraya oturacak/okuyacaktı/O çocuğa ve beni okutmak için/Varını yoğunu harcayan topluma/ Şimdi borcumu ödemeliyim/Şimdi başarmak mecburiyetindeyim” dizeleri, Halet Çambel’in çalışma ilkelerini anlatır destanda.
Halet Çambel, o “borcu” ödemek için yaşadı.
Kendileri, “borcu” öderken her insanın arzuladığı “mutluluk resmini” başarıyla yapmaya çalıştı. Bize göre başardı da… Halet Abla Destanı ile o başarının parçalarını bir araya getirmeye çalıştım. Geceleyin karanlıkta çölü aydınlatan bir ay ışığı gibi sessiz ve güzel, fakat o denli de yalnız ve hüzünlü; kimselere görünmeden işini yapmanın, başarmanın mutluluğu vardı yüzünde. Parça parça Anadolu’nun dört biryanına dağılmış o resme baktıkça, acı tatlı hüzünler ve sevinçler görüp tadarız. Belki kekremsi bir hüzün de duyarız yaklaştıkça ama o bir mutluluk resmidir. Resmin parçaları, canından çok sevdiği yurt toprağına ve dünyaya dağılmış; dostlarının, öğrencileri ve sevenlerinin yüreklerinde renkleri ve sesleriyle yaşamaktadır.
İnsan ömrünün yaşamından uzun olabileceğini gösteren güzel insan Sarı Çizmeli Halet’e, Halet Abla’ya, Prof. Dr. Halet Çambel’e bin selam…
İsa KÜÇÜK

ŞUBAT 1946, ADANA’DAN KOZAN ÜZERİNDEN KADİRLİYE GİDİŞ (Kamyonun kasasında, Halet Çambel, pantolon giysili)

Prof. DR. Halet Çambel İlköğretim Okulu açılış töreninde konuşmasını yaparken.

(15 Mayıs 2010, “Halet Abla Destanı” nın Halet Çambel’e takdim edilişi anı)

Halet Çamlıbel hocanın bir karekteristik resmi
İsa KÜÇÜK 1957 yılında Konyada doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu.(1980) Tunceli Ovacık, Muğla Marmaris gibi bir çok ilçede kaymakamlık, Diyarbakır vali yardımcılığı ndan sonra Osmaniye ve Bartın illerinde valilik yaptı. Şu anda merkez valisi olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan İsa Küçük ün bir çok basılı kitabı bulunmaktadır. Bazıları : Başka şeylerin şiiri, Halet Abla destanı, Atlas ve ateş, Bütün hürriyetler serbest bu akşam, Olympos mektupları gibi.
İsa Küçük
Sayın Valim;
Müthiş bir yazı. Çok duygulandım. Kalemine sağlık.
İsa beyin yazısı çok anlamlı ,kendisi yetkin bir insan, Konusu Halet Çambel çok değerler oluşturmuş büyük bir çaba, azim ve ortaya sonuç çıkarmış. Halet hocayı saygıyla anıyoruz, İsa bey’ e de tekrar saygılar sunuyoruz.